Wednesday, May 17, 2006

Olay mahaline tablet PC ehliyete sari zarf



Olay mahalline 'Tablet PC' ile intikal edilir, vatandaşa ehliyet için sarı zarfta form doldurtulur
19 Aralık 2003, BABÜRce, Zafer BABÜR

Eyalet değiştirdiğimden ehliyetimi yenilemem gerekmişti. Los Angeles Department of Motor Vehicles (DMV) denilen kamu dairesine arabamla gittim. Bana gösterilen yere park ettim. Sıra numarasını aldım, biraz sonra elimdeki numarayı çağırdılar. Sorunumu söyledim, bir bölüme yönlendirdiler. Eski ehliyetimi istediler, hemen orada bir sınav verdiler, sonucun olumlu olmasından dolayı yine anında bir göz testine tabii oldum ve fotoğrafımı çektiler imzamı bir kağıda attım 10 USD verdim ve ehliyetimi elime uzattılar. Bu kadar mı dedim, evet dediler bu kadar... Sene 1984...
Türkiye’deyim California ehliyetim kayboldu. DMV ye yazı yazdım 10 USD göndermemi talep ettiler ve Türkiyedeki ikametgahıma ehliyet posta ile geldi sene 1990...

Istanbul'dan aldığım ehliyetim tahrip olmuştu. Önce http://www.iem.gov.tr/ den neler gerekli diye baktım.
Nufus Cuzdan fotokopisi, 2 resim, kan grubunu gösterir belge ve dilekçe diyordu. Özel bir klinikten kan grubu raporunu 10 milyon TL'ye aldım, dilekçeyi yazdım, nüfüs cuzdanım ve eskimiş ehliyetin fotokopisini çıkarttım. Bu arada yıllar önce ehliyetimi aldığım yer Maslak’dı ve onun devamı Mecidiyeköy’e taşınmıştı. İşlemleri sadece orasının yaptığını söylediler. Araba ile bu yere gitmek biraz sorundu.. zira park edecek yer yoktu, epey uzakta katlı otoparkta yer buldum. Önce kimlik doğrulaması yapan yerden üzerimiz aranarak geçtik. Daha sonra Trafik işlerinin yapıldığı yere geldik burada da QueMatic vardı ama pek kimse yoktu. Vatandaş yine vatandaşa yardımcı oluyordu. “Abi dedi bir zıpkın delikanlı, dışarıda formlar var ondan alacaksın 1.600.000 lira” gittim dışarıdaki kulübeden formu aldım, ödemeyi yaptım. Ama neden bu formu almak zorundaydım, sonuçta bir zarf 3 tane matbu form. Dilekçemde zaten ehliyet numaram ve verildiği tarih yazıyor, nüfus cüzdan bilgilerimde.. fotokopi olarak ekinde veriyorsam bu benden neden isteniyor sorusu kafamı karıştırdı. Bu arada yanıma biten delikanlı “abi ver o formları senin için biz dolduralım” deyince şaşırdım, “bu basit formu dolduramayacak kadar saf mı görünüyorum?” dedim. Tekrar binaya girdiğimde bir memuru gördüm bu sefer Qmatic başında, kendisinden sıra numarası istedim, “gerek yok, ama al” dedi ve bana bir numara verdi. Numaraya karşın kuyruğa girmem gerektiğini öğrenip kuyruğa girdim. Sıra bana geldiğinde hayretle bir şey gördüm, memurların önünde ekran vardı!... Girdiğim bilgileri ekte verdigim nufus cüzdani bilgileri ile kontrol etti. Benim yazdığım dilekçe gereksiz olmuştu. Ve nufus cüzdan fotokopisini bir baska yere birakip, kan grubu raporunun gerekli olmadığını şifaen de kabul edilebileceğini söyleyip, başvuru formu üzerinde kan grubu alanı olmadığından bunu büyük harflerle doğum tarihinin altına yazıp, bir resimi formun birine zımbalayıp, 2 formu, nufus cüzdanımı ve geri kalan bir resmi ataşlayıp, "bilgi işlem"e gitmemi söyledi.
"Bilgi işlem"e vardığımda önünde ekran olan bir başka sivil çalışan formdaki bilgiler ile ekranı kontrol etti ve bir alt kata gitmemi söyledi. Artık 23 numaraya gelmiştim ama burada sıra filan yoktu, sigara içilmemesi gereken yerde sigara içenler bolca mevcuttu... Evraklari kabul eden memur "şuraya bir imza atın" dedi.. Bu galiba dedim bizim ehliyet olacak 24.500.000TRL verdim.. Memur bana baktı ve “Bugün git, yarin öğleden sonra gel alirsin ehliyetini dedi...” Sene 2003....

Şimdi burada eksiklikler nerede, ne yapılabilir? Öncelikle web sitesinin ele alınması gerekiyor, online ehliyet başvuru çok rahatlıkla web den yapılabilir. Adını soyadını nufus cüzdan bilgilerini ve ehliyet bilgilerini girdikten sonra digital resiminizi gönderip posta ile ehliyetinizin ev adresine gönderilmesini sağlamak çok zor bir iş değildir. Ard niyetli kullanım olabilir mi? Kendi ehliyetine başka birinin resiminin yapıştırılması, aynı anda iki farklı numara ile ehliyetin ortada bulunması? Önemli olan süreçleri azaltıp, iyileştirip devletin vatandaşın hizmetinde olmasını sağlamaktır.

Metadata Arama Motorlari Istihbarat


Metadata ve arama motorlarının istihbaratta önemi
17 Mayıs 2004, BABURce Zafer BABÜR

Yıllardan beri bilinen bir gerçek var ki o da iyi bir kütüphanecinin yerini halen yazılım programlarının alamadığı. Araştırma yaparken önemli desteklerimizden biri de kütüphanecilerdi, Sahaflardaki Aslan Bey’di. Onlar sizi öylesine yönlendirirlerdi ki kısa zamanda aradığınıza kavuşurdunuz. Ya da tam tersi vasat bir kütüphaneci sizi aradığınız konudan uzaklaştırabilir, bambaşka alanlara yöneltebilirdi. Arama programları da insan kadar etkileşimli olmadığından onbinlerce kayıt arasından getirdiği kaynaklar sizin aradığınız kaynaklardan uzak kaynaklar olabilir. Bir de kendisine nasıl erişilebileceği belli olmayan kaynaklara erişim ise olanaksızdır.
Bilgisayar çağında hızlı ve doğru bilgiye ulaşım kişilerin kendi anadillerinde yazacakları cümlelerden arama yapacak yazılımlara sahip olabilmeleri ile sorun çözülebilir. Gazeteciliğin 5N1K’sı burada da geçerli olmalı ve arama motoru cümleyi buna göre parçalara ayırıp cevabı ona göre sunmalıdır. Burada doğaldır ki kimi diller için bu şekil analiz yapmak daha kolay olacaktır.
Arama motorunun aranan konuya göre arama tablosuna anahtar kelimeleri yerleştirmesi işin bir parçası, diğer parçası ise bu tablo ile aranılan kütüphanenin her envanter ögesi için doldurulmuş özet bilgi tablolarının eksiksiz ve doğru doldurulması. Artık bilgisayarların birbirini rahatça görebildiği bir ortamda ofis belgeleri de dahil tüm elektronik belgelerinin bir yerde nüfus cüzdan bilgisi olan metadatasının çok iyi doldurulmuş olması gerekiyor. Örneğin bir Microsoft ofis yazılımında özet bilgiler içinde title, subject, author, manager, company, category, keywords, comment, url gibi genel bilgilerin yanı sıra özel bilgiler içinde checked by, client, date completed, dept, destination, disposition, division, document number, editor, forward to, group, language, mailstop, matter, office, owner, project, publisher, purpose, received from, recorded by, recorded date, reference, source, status, telephone number, typist yer almaktadır. Bu sayede dökümana erişim kolay olmaktadır. Tabii burada kurum bazında standart bir metadata dili yaratılmadıysa onlarca döküman arasından aradığınıza ulaşmanız uzun bir zaman alabilir.
Aramayı araştırmayı etkin kılabilmek için her hazırlanan dökümanın metadatası Dublin Metadata’nın önerdiği biçimde zorunlu alanları içermeli ve bu alanlar belirlenmiş standartlar dahilinde eksiksiz ve hatasız doldurulmaldır.
Bu çağ bilgi çağı olduğuna göre bu çağın artı değerini oluşturacak olan doğru veriye doğru zamanda hızla erişim olacaktır, bu da hatasız, eksiksiz metadata ve gelişmiş arama motorları ile mümkündür.

Günümüzde küresel is bitirme becerisi


Günümüzde küresel iş bitirebilme becerisi
29 Aralık 2003, BABÜRce Zafer BABÜR

Şöyle bir düşünün 52 milyon dolarlık bir altyapı ihalesi var. Dünyanın sayılı şirketleri bu ihaleyi kapabilmek için can atıyor. Müşteri kamu iktisadi ortaklığı olan bir hizmet şirketi. Firmanız satış öncesi destek harcamaları için 2 milyon dolar yatırım yapmış ve projeyi kazanmış. Nihai karar verecek olan bir bakan. Bu bakanın milletvekili olarak geldiği bölgede yandaşları büyük bir rezalet çıkartmışlar, yeni seçimler tam bir ay sonra ve bakan sizi yalnız olarak akşam makam odasına çağırıyor sizden yeni seçimler için finansman istiyor. Adınız gibi biliyorsunuz ki seçimleri kazanamayacak. O an hayır derseniz de çamur at bırak izi kalsın düşüncesi ile şirketinizi karalayabilecek.......25 yıllık çalışma hayatının 20 yılını ABD dışında geçirmiş, aynı zamanda hariciyeci olan Gregg Marshall’ın Stanford Üniversitesi İşletme Okulunun yılda dört sayı basılan dergisi Stanford Business’ın Kasım 2003 sayısında yukarıda sözü geçen vakayı konu edinen “The Dark Side of Global Business” adında bir makalesi yayınlandı. Yabancı ülkelerde iş yapabilmenin zorluğunu anlatan bu makaleye değneğin iki ucundan da bakabilirsiniz, hangi yönden bakarsanız bakın ilginç yazının özetini aşağıdaki satırlarda bulacaksınız. ....“Roma da Romalılar gibi yaşanır,” çocukluğumuzdan bu yana duyarız bunu. Eğer dışlanmak istemiyorsan, onların bilmediği yerlerden gelip de burada yer edinmek ayakta kalmak istiyorsan varolan düzenin bir parçası olmalısın derler. Her zaman mı?
Yıllar önce Japonya’ya yapılan şaibeli uçak satışının ardından olanlardan sonra, ABD kendi iş adamlarının yabancı devlet yetkililerine herhangi bir müteahitlik sözleşmesini almak için rüşvet vermeyi kanunsuz sayan Foreign Corrupt Practices Act (FCPA) yi 1997 yılında yürürlüğe koydu. Tabii bu bir dönem ABD li müteahitleri, üreticileri zor durumda bıraktı. Hele 2000 yılına kadar Avrupa Birliği kurumların kimi şayibeli harcamaları kurumlar vergisinden düşebilmesine olanak sağlaması ABD ile AB arasındaki okyanusun biraz daha derinleşmesine neden oldu.
Bütün bunların ardından ABD li firmaların diğer ülkelerde çalışan ABD li çalışanları FCPA yı imzalayarak görevlerini sürdürmeye başladılar. Ama ABD li şirketlerde işler nasıl yürüyordu? FCPA acentalara komisyon ödemeyin, aracı kullanmayın vb demiyordu. Üstelik geçtiğimiz dekat içinde dünyada bir çok kamu kurumu özelleştirilmişti bile, bu da farklı ahlak değerlerinin gelmesine neden olmuştu. Buna karşın kimileri yabancı şirketleri sağmal inek olarak görmeye devam ediyorlardı.
ABD şirketlerinin bu konuda çözümü; yerel bir ortak, satıcı, distribütör, temsilci bulmak ya da projenin bir kısmını o yörenin müteahitlerine vererek işin kirli tarafını onlar tarafından gerçekleştirmek olmuştu. FCPA nın yasaklamadığı bu iş görme biçimine göre ihale kazandıran yerel acentaya cironun belirli bir yüzdesi (5-25 arasında) ödenebiliyorsa da “kesekağıdı” hala yüzyıllardır bir elden diğerine geçmeye devam ediyordu.
Kaynakların kısıtlı olduğu yörelerde “çeşme akarken küpünü doldurmak” fikri son derece yaygın olduğundan ve süreklilik varolamadığından projelerde ihalenin kazanılmasına değin ödenenler bir yana, proje süresince ödenmesi gerekenler diğer yanaydı.
Tabii seçimi kaybedeceği belli olan bir bakanın önünde oturan sadece sizseniz ve o bakan sizden büyük projeniz için kendi seçim kampanyasının finansmanını istiyorsa ne yaparsınız?” diye soruyor. Marshall hemen ardından yanıtlıyor “Sabır, nezaket en önemli varlığınız, odadan çıkarken yumuşak bir tonda amirlerinizle konuşacağınızı belirtin...” Zaman kazanmaya çalışın...

RFID, depoculuk ve güvenlik


RFID, depoculuk ve güvenlik
05 Ocak 2004, BABÜRce Zafer BABÜR

Askeri üslerde mayın saymayı düşündünüz mü? Kaç mayın var, nerede var? Oysa bu mayınların üzerinde niteligini ve niceligini bildiren birşeyler olsa ve anında döküm alsanız. Ya da onlarca grenade... Sizin sayımını yapabildiğiniz gibi başkaları da bunu kolaylıkla sayabilir mi acaba? Siz mavilerin bildiğini kırmızılar da aynı yöntemle bulursa... Bu iş biraz ciddi, bununla biz uğraşmayalım.
Aynı yöntem başka nerelere uygulanır dersiniz? Depolarda sayım mesela? AA da çalışan Gila gazetede yıl sonu için bobin sayımı yapacaktı, bobinlerin üzerine merdivenle çıktığında anladı, etrafa bobinleri yığmışlar içini boş bırakmışlardı ki o sırada şangırrrr siye ses geldi, alttan geçen çaycı tepsisindeki çayları yere dökmüştü, o anda Orhan Veli nin dediği gibi kizcagizin mini eteği hafiften sıyrılmıştı. Böylesi kazalara yer vermemek için RFID ler kullanılıyor artık...
Her kalem malın üzerinde Radio Frekansı ile çalışan bir kimlik var. Belirli tip manyetik alanla karşılaşan kimlik hemen bülbül olup şakıyor, bak şimdi diyor emri verene “ben burada doğdum, ebeveynim bu, buralarda bulundum, şu kadar zamandır burada ikamet ediyorum” Bu bilgileri alan diğerlerinin bilgileri ile beraber toplayan sahip anında rapor çıkartıyor. Depo sayımı, envanter sayımı, kayıplar bu sayede farklı bir hale gelecek..
Halen maliyetleri tüketim malzemesi olabilmek için yüksek olan bu devrelerin yakında birim fiyatları düşecek ve tüketim malzemesi haline gelecek. Aslında bu istem biraz da ABD nin “Homeland Security” istemi ile daha da gündeme geldi. ABD nin zayıf güvenlik noktalarından biri limanları ve her gün inanılmaz tonajda mal yabancı ülkelerden buraya gemilerle geliyor. Bu “container” ların içlerine tonlarca malzeme farklı ülkelerde yerleştiriliyor, bu malzeme delinin birinin delice hedeflerine alet olursa işte o zaman ABD de hayat gerçekten felç olur. Bunun için liman idaresi gelen malların menşei (“country of origin”) nereden ve nasıl geldiğini daha yolda iken bilmek ve ona göre bu gemiyi karasularına bile almamak niyetindeler. Bunun için GPS +GPRS gibi chip li sistem geliştiriyorlar.
Bu sistemin desteklediği olgulardan biri de RFID ler. Bu sayede depodan hiç bir ürüne “kalk gidelim” yapılamayacak, farklı ürünle değiştirilemeyecek. Hatta ID söküldüğünde “2001 Space Odyseey” deki gibi bangır bangır bağıracak “beni söktüler” diye...
Bu sistemin yakın dönem kullanıcıları arasında ilaç sektörü, saklama ve taşıma şirketleri tabii bir de askeriye olacak... Yakında bizlere de bir chip takılır mı acaba?

Metadata ortak istihbarat dili

Metadata ortak istihbarat dili
17 Mayıs 2004, BABÜRce Zafer BABÜR

Düşünün dünyanın her yerinde ajanları olan Devlet-i Aliye’nin düzenli olarak nazırlıklardan birine ya da birkaçına veri akışı oluyor. Hepsinin kendisine has dili var. Bütün bu verileri toplayıp derleyecek ve bundan sonuç çıkartacak kişiler bu verinin istihbarat verisi olup olmadığına karar vererek bunları sistemde depoluyorlar. İstihbaratın kalitesi teşkilata memur olarak aldığınız kişilerin arasında performansı en düşük olanı ile doğru orantılı oluyor. Bu kadar veriden bilgiye erişmek hayli zor. Girit’ten bir dönem istihbarat gönderen Osmanlı tebasından filmi hatırlar mısınız? Onca gelen istihbaratın yerine ulaşıp ulaşmadığını bile kontrol edemeyen bir Osmanlı... Ya da onlarca bankayı denetlemek zorunda olan ama eline geçen verileri değerlendiremeyen bir BDDK gibi...
Gelişen teknolojiler sayesinde veritabanlarına inanılmaz bir biçimde bilgi girişi oluyor. Veri sadece metin değil, ses ve görüntü olarak da aktarılıyor. Ama herkes aynı yazmıyor bizim K ile yazdığımızı Q ile, Z ile yazdığımızı X ile yazmaya devam ediyorlar. Şehirlerin adları bile birbirinden farklı yazılıyor. Kimisi California yazarken kimisi Kaliforniya yazıyor... Bazı ülkelerin, şehirlerin birden fazla adı var; Netherland, Holland... USA, US, ABD, Amerika vs. örneklerinde olduğu gibi. Dahası Kiril, Arap, Çin, Kore, Ibrani, Arami vs. alfabeleri de gözönüne alınınca ve bunların üzerine değişen yer adlarını da koyun iş gittikçe karmaşıklaşıyor... Azerbeycan’ın Latin Alfabesi, Kiril Alfabesi ve Arap Alfabesi değişimini son 100 yüzyılda düşünürseniz bir de o dönem verisinin birinden diğerine kayıpsız dönüşümü var... Bizim Arap Alfabesi ile yazılmış Osmanlı Türkçesi kayıtlarımız, her dekatta unutulan kullanılmayan kelimeler, fiillerimiz... Bunlar için ayrı bir “eşanlamlı sözlük”...
Uzun yıllardır video çekimler yapılıyor, bunlarda fotoğraflar gibi saklanıyor. Peki bunlara metadata yaratanlar yani bu görüntü kime ait, nerede çekildi, ne zaman çekildi, kim çekti vs bilgiyi nasıl giriyorlar? Onca görüntü arşivine erişim ne kadar hızlı oluyor? Bu arşiv görüntüleri arasında ilişkisel yapı nasıl kuruluyor? Birinde düzeltme yapılınca diğerlerine de bu doğrudan sirayet ediyor mu?
Dünya ile beraber bir ortak dil çalışmasına gitmek gerekiyor, Esparonda güzel bir çalışmaydı ama yarım kaldı. Bu dil belki de Mors Alfabesi gibi olmalı ve bunun için çalışan organizasyonlar mevcut. Ama yeteri kadar fonlama geçmişte alamadılar.
Word icinde çok güzel bir araç (tool) var anahtar (key), dizin (index) vs. hiç kullanıyor musunuz? Büyük bir olasılıkla hayır. Çünkü bunun eğitimini verenler de bir yazının nasıl klasifiye edileceğini bilmezler... Sınıflandırma, ayrıştırma, daha sonra kolay bulabilme daha çocukken evde başlar. Eğer faturalarınızı, doktor muayeneleri, röntgenlerinizi klasifiye etmiyorsanız işimiz zor... Ama hiçbir zaman geç kalmış değiliz, çocuklarımızı eğitmekle başlayalım. Bilgisayarımızda belgelerim klasörünü konulara göre ayrıştıralım, Word’de yazarken bu konuda eğitin. Unutmayın bir veriyi değerli yapan ona ihtiyaç olduğunda en kısa zamanda ulaşılabilmesidir, zamanında ulaşılmayan verinin değeri sadece kağıt parçasının değeri kadardır.

Polis teşkilatında SMS ile zanli takibi


Polis teşkilatında SMS ile zanlı takibi
01 Haziran 2004, BABÜRce Zafer BABÜR

Alman polis teşkilatında artık yeni bir birim var, cep telefonu polisleri. Tamamen gönüllülük üzerine kurulu bu sistem 85 milyonluk ülkenin taksi, otobüs, dağıtım elemanı gibi sürekli mahalde olan fertlerinden yararlanıyor. Almanya’nın nakit sıkışıklığı yaşayan teşkilatı artık elemanlarını halkın arasında sürekli dolaştıramıyor, yeteri kadar kadrosu yok yeni kadrolar oluşturamıyor. Oysa her gün sürekli insanların arasında olan/dolaşan onlarla konuşan bu insanlar var. Bunların sayesinde zanlıları, kaçakları hatta kayıp insanları bulmayı hedefliyor teşkilat.
16 yaşın üzerindeki her Alman vatandaşı BKA’nın (teşkilatın kriminal soruşturma birimi) gönüllü cep telefonu polisi olabiliyor. Bu hizmet biriminde yer alan gönüllüler merkezden düzenli olarak SMS mesajı alıyorlar. Aldıkları mesajda suçlunun eşkali var ve gerekli olduğunda araması için bir de kısa numara örneğin ”Banka hırsızı, erkek, 30 yaşlarda, mavi kot üzerine siyah deri ceket giymiş, siyah BMW sedan Dusseldorf plakalı D-JJK-5511. Detay icin 110’u arayın” şeklinde bir mesaj alan gönüllü tarife uyan bir şüpheli gördüğünde telefon ile arayıp bilgiyi merkeze iletiyor.
Sistem kullanıma alınmadan evvel Almanya’nın 10 farklı ilinde bir yıl müddetçe kullanımda kalmış. Sonuçlar hayli olumlu olunca da sistem tüm ülke bazında kullanılmaya başlanmış. İlgilenen vatandaşlar BKA’nın web sitesinden kendi bilgilerini vererek kayıt olabilmekteler. Yalnız burada da kişiye özel her türlü verinin sisteme tanıtılması şart. Aksi takdirde gönüllü polis olamıyorsunuz, yani kimliğinizi vermek zorundasınız.
Öte yandan sivil toplum kuruluşlarından bazıları bunu Hitler’in GESTAPO’su ya da Doğu Almanya’nın STASI kurumlarına benzeterek bunun doğru olmadığını bu şekilde komşunun komşuyu gözetler ve jurnaller hale geleceğini savunuyorlarsa da Alman yasaları sadece “ağır suçlar” için böylesi merkezden talep yayınlayabileceklerini söylüyor.
70’li yıllarda tren istasyonu, fırın vb. yerlerde “ARANIYOR” başlığı altında eşgalleri verilen kişilerin arandığı ve neden arandıkları yazardı. O zaman SMS’li telefonlar yoktu -ki olsaydı da 160 karakterlik SMS’e resim girmesi olası değildi. Şimdi kameralı cep telefonları var ve MMS mesajları var. Acaba bir sonraki adım zanlıların resimleri ve tanımlarının MMS mesajları ile gönüllülere iletilmesi mi olacak? Ya peki zanlı da aynı SMS ya da MMS’leri alıyorsa? Kendisinin robot resimlerine bakıp gülüyorsa, ya da kendisini temiz telefonundan Köln’e gidiyor diye gösterip takımına diğer telefonundan Berlin’de buluşalım diyorsa?

Beyin Goruntuleme Sistemleri, Olasi Hastaliklar ve Karar


Beyin Görüntüleme Sistemleri, Olası Hastalıklar ve Karar
10 Eylül 2003, BABÜRce Zafer BABÜR

Tıp alanında “Röntgen” ile başlayan Görüntüleme sistemleri bilgisayarların artan hızları, hafıza kapasiteleri ve yazılımların gücü ile birleşince üç boyutlu görüntüleri kolaylıkla elde eder hale geldi. ABD de devam eden doktora araştırmalarında, yazılım mühendisleri ve doktorlar elele vermiş çalışıyorlar. Kişinin ölmeden önce rızasını alıp, anomalilik geçirmiş olan beyinlerin tomografisini sürekli çekiyorlar, öldükten sonra kadavranın dondurulmuş beyni 2 mm civarinda ince dilimlere ayrılıyor ve görüntü ile gerçek ortamın ne derece örtüştüğü kişide oluşan beyin hastalıklarının zaman içinde beyinde neler yaptığı, semptomlar öncesinde sağlıklı beyinler gibi görünen beyinlerden hangilerinin zaman içinde değişime uğradığı hakkında bazı çıkarımlar yapılıyor. Büyük bir olasılıkla yakın gelecekte ergin kişinin tomografisine bakılarak bu kişinin ileride beyinsel fonksiyonlarında farklılaşma olup olmayacağı Alzheimer, Şizofren, Alkol bağımlılığı, anksiyete, post-travmatik stress bozuklukları geliştirip geliştirmeyeceği bilinecek.
Tabii buraya kadar bilimin ilerlemesi deyip alkış tutabiliriz, ya bundan sonrası bu kişiye çok özel olan veri ve bilgiye kimin erişim hakkı olmalı, bunu kiminle paylaşmalı, bu veriler kullanılarak kişinin geleceği hakkında kim karar verme yetkisine haizdir?
Bir kişiyi sigortalamadan önce/sonra bu bilgiyi edinen sigorta şirketi olası müşterisini “Yüksek Risk” grubunda görüp sigortalamaktan imtina edebilir, ya da hayli yüksek prim talep edebilir. Oysa ki sigorta sektörü “vatandaş vatandaşın hasarını öder, primden doğan fark sigortacıya kalır” mottosu ile çalışırdı. CRM sayesinde her türlü kişisel bilgisine sahip olacağı bilgi ile sigortacı ben bu işi kar için yapıyorum prim/hasar oranı yüksek olacak bir kişinin riskini almam diyebilir mi? Ya da bu aileden gelen insanlarda bu tip hastalıklar yüksek o yüzden sizi sigortalamayız diyebilirler mi? Ya reasürans şirketleri? Bu durumda anılan testlerin herhangi bir sigorta şirketi tarafından müşteriden açık/veya gizli olarak edinilmesi ahlaki(ethic) midir?

Ankesorlu Telefon Kartı, Kontorlu Hat, Bireysel Ozgurluk


Ankesörlü Telefon Kartı, Kontörlü Hat, Bireysel Özgürlük?
23 Eylül 2003, BABÜRce Zafer BABÜR

Telefon hatları dinlenerek suçlulara daha kolay ulaşılabiliyor ama bunun bir başka söylemi hepimizin telefonlarının herhangi bir dönemde herhangi birileri tarafından süzgeçten geçirilmesi, bir yerlerde izinin olması demek. Ya bu izler hedefleri farklı olanların eline geçerse...
Cezaevlerinde kullanılan ankesörlü telefon hatları dinlenir mi? Peki cezaevlerine giren cep telefonları da dinlenir mi? Peki dinlerken her hattın arkasına bir adam mı konulur?
Tabii ki hayır.. çağrının yapıldığı ve ulaştığı yer bir anahtar olabildiği gibi, çağrının içinde geçen kelimeler de anahtar olabilir. Daha önceden belirlenmiş olan anahtar kelimeler veritabanına girilir ve “On_the_fly” konuşma sırasında anahtar kelimeleri yazılım yakalanırsa bu çağrı anında kayda alınır. Peki anahtar kelimeleri kullanmadan bir defalık kullanımlık şifre defteri ile SMS gönderiliyorsa bunları bulma olasılığı nedir dersiniz? Bu işlerle ilgilenenler David Kahn ın “Code Breakers” ını ilk ders olarak okumuşlardır herhalde...Hele hele Asyada 70 milyonluk ülkede bir halk hareketi sonucunda başkanı devirecek bir örgütlenmenin SMS ile yapıldığı biliniyorsa...
“Panama Lideri” Manuel Noriega, “Oteller Kraliçesi” Leona Helmsley ve Türkiye'nin ulaşılamayan kimi ünlüleri arasında ortak nokta nedir desem? Doğru hepsinin de “kontörlü“ telefon kartlarını kullandıkları söyleniyor.
1995 senesinde ABD de 17 aylık bir kovalamacadan sonra yakalanan “Oklohama Bombacısı” nın yeri ve yaptıkları kullandığı bir “kontörlü“ telefon kart ı sayesinde olmuştu. Çağrı Detay kayıtlarında “Çağrı” 1-800 lü numaraya yapılmıştı, Batı Yakası Telecom şirketinin santraline girdikten sonra telefon kartları platformuna ulaşmıştı. Bu çağrı 7.8 milyon çağrı arasında çok özel bir görüşmeydi. Çağrıyı tanımladıktan sonra telefon kartının PIN numarası ve kart numarasından bunun Washington DC deki bir dergi yayımcısından alındığını FBI ortaya çıkarmıştı. Dergi bu kartın sahibinin adını da vermişti Darryl Bridges... Ardından FBI yaptığı araştırmada McWeigh ve Nichols takma adlarına farklı kanallardan bu kart için ulaşmıştı. Çağrıyı bu noktaya kadar indirgedikten sonra yüzlerce arama içinde farklı “search” ler gerçekleştirilerek duruşma için deliller ortaya çıkarıldı. Sonuçta yüzlerce kişinin ölümüne neden olan bir dengesiz yakalanmıştı.
40 milyonun üzerinde sabit ve cellphone olan bir ülkede ekonomik krizin giderek yaraları büyüttüğü bir yerde oluşacak gayri kanuni işlerin tesbitinde çağrıların filitreden geçirilmesi kamu yararına mıdır? Yoksa bireyin özgürlüğüne saldırı olarak nitelendirilip hiç yapılmamalı mıdır? Öte yandan VoIP nin açıldığı bir dönemde ses taşıyıcılığına soyunacak onlarca küçük şirkette “prepaid” kartlar satacaklarsa bunlar nasıl dinlenebilir? Bunların sistemde iz bırakmaları nasıl sağlanabilir? Tüm bunlarında üzerinde bu izlerin yeraltına inmemesi nasıl sağlanabilir?

En ucuz CRM, e-posta adresleriniz


En ucuz CRM, e-posta adresleriniz
02 Ekim 2003, BABÜRce Zafer BABÜR

Geçmiş dönemde isim-adres ve telefon numaralarına sahip olmak pazarlama adına ne kadar önemliiyse aynısı e-posta için de geçerli. Öte yandan hala birçok kurum ilişkide bulunduğu şirketlerdeki yetkililerinin e-posta adreslerini bilmiyor ya da nerede olduğunun farkında değil. Bir başka şirket ise yazdırdığı program sayesinde internet üzerinden kişilerin mail adreslerini onların rızası olmadan topluyor ve bunlara toplu gönderim yaptırıyor. Bir diğeri ise her türlü ortamda müşterilerinin bilgilerini topluyor ve bu iletişim kanallarını kullanarak ürünlerinin tanıtımını yapıyor. Sizin şirketiniz de bunlardan biri mi?
Eğer web sayfanızdan ya da farklı kanallardan e-postaları toplayamıyorsanız, bir defa sitenizi ziyaret eden kişiyi müşteriye çevirmede eksikliğiniz vardır. e-posta pazarlaması ile ürünlerinizin tanıtımı daha hızlı yapabilirisiniz, müşterilerinizle daha sık ilişki içerisinde olursunuz.
Satış kadronuz, müşteri temsilciniz ve diğer çalışanlarınız her ilişkide müşterilerinizi rızası dahilinde e-posta adreslerini topluyorlar mı? Her çalışanın kendisine ait bir adres defteri mi var, yoksa paylaşılan bir adres listesi mi mevcut? Web siteniz, yeni müşteriler, ziyaretçi defteri, satış, destek, fatura, hesap bildirim cetveli, broşür, anket ama her yerde e-mektuplarınız ve bunların sağladığı faydadan söz etmek gerekir.
Web sitenizin görünür bir yerine ve başka uygun yerlere e-bulten aboneliğini yerleştirin, e-postalarınızın imza kısmında “e-bültenimize abone olun” ibaresini yerleştirin. Buradan vereceğiniz link ana sayfanıza ulaşılabilir olmalıdır.
Abonelik işlemini olabildiğince basit yapın, ama yeterli bilgiyi almayı unutmayın. Mahremiyetin önemini unutmayın, abonelerin de bunu anladığından emin olun. Bu bilgiyi satmayacağınız ya da ticari bir ilişki içinde değerlendirilmeyeceğini ve istedikleri bir zaman bu listeden çıkabileceklerini belirtin.
Sadece şirketinizin satış ya da promosyonları için bu sistemi kullanacaksınız, pek yakın bir zaman diliminde abonelikden çıkışlar başlayacaktır onun için yaratıcı olun. Unutmayın dinleyicinin ilgisini daim kılmanız gerekir.
En ucuz CRM halen elinizdeki e-posta programları, outlook ve diğerleri, faydalanın... Ya da bir bilene danışın; yenilgilerin, yengilerin bileşkesi deneyimdir, yararlanın...

Xbox üzerinde LINUX calisir mi ?


Xbox üzerinde LINUX Çalışır mı?
19 Kasım 2003, BABÜRce Zafer BABÜR

MicroSoft’un PlayStation’a karşı geliştirdiği Xbox video game konsolunda 31 Aralık 2002 ye kadar Linux çalıştıracak herhangi birine 100,000 USD vereceğini söyleyen Lindows.com şirketinin CEO su Michael Robertson'du. Robertson’un koyduğu hedef bir hacker tarafından yakalandı, ve Xbox üzerinde artık Linux çalışabiliyor. Şimdi de bir başka hedef ile geldi. Robertson; herhangi bir kimse Xbox un CDRom dan Linux olarak açılmasını (boot) donanımsal olarak herhangi bir değişiklik yapmadan sağlarsa bu kişiye Lindows.com 100,000 USD verecek. Bu şekilde Linux üzerinde yazılan oyunlar Xbox üzerinde de çalışabilecek. Bütün donanım ve yazılım AR&GE çalışmasını çok büyük tutarlara yaptıran Microsoft, pazarlama gücü ile Dünyanın bir çok ülkesindeki evlere girerken, parayı donanımdan değil satacağı yazılım ürünlerinden toplamayı düşünüyordu. Oysa bugün onun kutusu üzerinde çalışacak büyük bir olasılıkla sadece 10 USD civarında satılacak Linux oyunları kapıda... Milyonlarca dolarlık video game pazarına büyük yatırım yapan Microsoft bu kanaldan bu gibi küçük şirketler yüzünden beklediği gibi karlı çıkamayabilir.
Bu yarışmaya bir başka açıdan bakmak mümkün, ilk bakışta 100,000 USD büyük bir meblağ gibi görülebilir. Oysaki Robertson bunun için bir bölüm kursa ve bu bölüme hedef koymuş olsaydı. Bu hedef yakalanabilir veya yakalanmazdı. Maliyet açısından bakılınca bu hedefi tutturmak için deneyimli birkaç yazılım mühendisi alması gerekiyordu, bu elemanlara vereceği ücret, sağlık sigortaları, 401K katılımı, ofis kirası, donanım masrafı vb. kalemlerle maliyet bir anda bunun birkaç katı olacaktı ve sonucuda kesin olmayacaktı. Oysa bu şekilde sonucundan emin olmadığı bir konu için Robertson yarışma açtı, yarışmanın sonucunda kendisine gelen fikirler yarışma koşulları gereği kendisinin oldu ki yarışmanın galibi olmasaydı bile bunlardan bambaşka ürünler geliştirebilirdi. Hala da geliştirebilir çünkü bunlar artık onun malı.
Robertson oyunu çok planlı oynadı; donanım geliştirmesini ve pazarlamasını Microsoft’a, işletim sistemini hacker’ a yaptırttı. Hackerlar arasında tanındı, büyük bir olasılıkla ürünlerini net üzerinden pazarlayacak ve bunlar bootable CD olarak gelecek. Eğer bir yanlış yapmazsa oyun pazarında büyük bir yer kapacağa benziyor, tabii Microsoft bu arada boş durmayacaktır...

Degisime Onlar da Uydu "SEBEKE", "PASO" Tek Kart "YONGA-PASS" Oldu...


Değişime Onlar da Uydu “ŞEBEKE”, “PASO” Tek Kart “YONGA-PASS” Oldu...
09 Aralık 2003, BABÜRce Zafer BABÜR

Paso, Şebeke, Yurt Kartı, Kütüphane Kartı, Yemekhane Kartı, Burs Kartı, Spor Salonu Giriş Kartı... ne kadar çok kart taşımak zorundaydık, kaybolduğunda gazeteye ilan verilirdi. Bizim zamanınımızda diye yazmaya başladım artık, mühendis olalı 20 yıldan fazla geçmiş. Sonrasında ABD de ki öğrencilerde manyetik bantlı, polaroid resimli kartları gördük kantinde geçerli olan... Şimdilerde ise o kadar çok kart tek bir kart üzerinde birleşti ve yongalı (smart card) olarak öğrencilerin ceplerinde yerlerini alıyorlar.
ABD de onlarca kartın yerini sadece bir kart alıyor hem idari açıdan kolaylık getiriyor hem de maliyetlerde indirim sağlıyor. Tek bir veritabanında işleri takip etmek, birçok veritabanında yeralan farklı uygulamaların takibinden çok daha kolay. Onlarca işlevi üzerine alan bu kartlar sayesinde; resimli kimlik doğrulama, öğrenci kayıtlarına ve kredi bilgilerine anında ulaşım, yurt ya da üniversiteye girişde kapı anahtarı, kütüphane kartı, off-line veya on-line olarak fotokopi makinası, hazır içecek sistemleri kullanımı, yemekhanede “debit card” işlevi, spor karşılaşmalarında bilet alımı, atletizm sahasına ya da “Gym” giriş kartı, öğrenci senatosu seçimlerinde oy pusulası, banka ile beraber çalışıldığında ATM/Debit Card, bilgisayar laboratuarlarında kullanım, çek yazarken “guarantee card”, park yerlerine giriş, yoklama kolaylıkla yapılabiliyor.
Tabii başarılı bir kart uygulaması için; on ve off kampus ilişkileri, kullanıcı sayısı, idari personelin niteliği ve niceliği, kartların kalitesi gibi noktalara dikkat edilmesi gerekiyor. Eğer kart kullanım sırasında kolaylıkla kırılır, veya chip yerinden çıkarsa, magnetic band sökülürse uygulama başarısızlığa mahkum oluyor.
Geçmiş dönemdeki kart uygulaması; bar kod, manyetik band, öğrencinin okul numarası renkli resimi ve okulun logosunu taşıyan kartlar şeklindeydi, chip kartların yaygınlaşması ile artık bir de elektronik cüzdan (e-purse) uygulaması için chip de uygulamalarda yer almaya başladı.
Yongaların bu uygulamada yer alması arkasından sadakat (loyalty) uygulamaları, toplu taşımacılık ve küçük harcamalar için elektronik cüzdan kolaylıklarını da getirdi. Özellikle e-learning in yaygınlaşması uzaktan eğitimde de “secure ID” kontrolü içinde bu tip okul kartlarını popüler hale getiriyor. Öğrenciler ATM cardı olarak da kullanabilen kartlar isterken, okul yönetimi ise 4 yıl ve üzerinde ömürü olan kartlar istiyorlar. Bu pazarı farkeden telefon şirketleri ise bu kartları kullanarak şehirlerarası aramayı da bu kartla olası kılıyorlar.
Okullarda kullanılan plastik kartlar herhalde finans dünyasında alışık olmadıkları kadar sert ortamlarda test ediliyorlar. Ortalama günde 20 kez kullanılan bu kartlar, çanta, torba vb her türlü ortamda envai çeşit ürünle beraber taşınmakta, anahtarlar, bozuk para vb madeni öge ile yakından arkadaşlık etmekte, toz, kum vb kirletici malzemeyle beraber olmaktadır. En fazla da eğilip bükülmekte, çamaşır yıkama/kurutma makinasına yanlışlıkla atılmakta, hatta Kuzey Amerikadaki öğrencilerin arabasının ön camındaki buzu çıkarmak için bile kullanılmaktadır. Yazın ise spor yapan öğrencinin çorabında ya da ayakkabısında sahibi ile beraber ter atmaktadır. Bir de bunun üzerine öğrencilerin köpekleri tarafından çiğnenmeyi de koyarsanız, bu testin ne kadar zorlu bir test olduğunu hayal edebilirsiniz.
Sonuçta; yırtılan kağıt kartların yerini plastik kartlar aldı, plastik kartların yerini ise tek kart alıyor. Fakat değişmeyen bir şey var ki o da öğrenci topluluğunun alışkanlıkları. İş dünyası açısından ise donanım, yazılım ve diğer sektörler için büyüyen yeni bir pazar. (EOF)

Yalan mı, yuhaf mi ? Yoksa inanmadin mi ?


Yalan mı, tuhaf mı yoksa inanmadınız mı?
27 Ağustos 2004, BABÜRce Zafer BABÜR

Kızımın dilinde bir şarkı var bu aralar son cümlesi yukarıda ki gibi. Çünkü şarkı olamayacak şeylerden bahsediyor; bir aslan miyav dedi, minik fare kükredi, fareden korkutu kedi, kedi pırrrr uçuverdi... Ve şarkının sonunda soruyor “yalan mı, tuhaf mı yoksa inanmadın mı? Aşağıda okuyacaklarınız da ilk önce yalan diye düşündürtebilir, tuhaf demenizi ya da İnönü’nün deyimi ile “hadi canım sen de” dedirtebilir oysa RFID nedeni ile yaşayabileceklerimiz o kadar tuhaf değil.
Düşünün rakiplerinizden birinin deposunun hemen yanındaki bir yeri kiralıyor ve buraya RFID okuyucu ünitlerini yerleştiriyorsunuz. Bu sırada depoya giren ürünlerin nereden ithal edildiğini veya üretildiğini öğrenip (yani ticari sır) oradan ayrılıyorsunuz. Elinizde fiziki olarak aldığınız bir meta yok, sadece havada oluşan magnetic yayınlarını toplayan bir cihazınız var. Eh o kurum da bunu havaya yaymakda bir sakınca görmemişse bunda kimin kusuru olabilir ki? Kurumlar bunu yaparlar mı? Neden olmasın? Örnekleri çoğaltmak mümkün...
Bir zincir mağazadan kimlerin ne kadar alışveriş yaptığını mı bulmak istiyorsunuz? Artık o mağazaya eleman gönderip bilgi casusluğu yaptırmanıza gerek yok. Sistemi kuruyorsunuz bir kaç gün arabasının içinde yaşayan eleman hangi gün ve saatte hangi ürünlerin bu mağazadan çıktığını öğreniyor.
Çöpünü merak ettiğiniz müthiş sanatçının çöp kutusunun yanında duruyor ve buradan her türlü bilgiyi çekiyorsunuz. Evet diva bugünlerde çikolata epey yemiş, acaba mutsuz da o yüzden mi? Ah belli ki bu aralar çocuk yapmak istemiyor baksanıza kutu, kutu Trojan harcıyorlar... Hem o da ne Güney Afrika şarapları tüketiliyor bu hanede.
Peki ya kimlik kartlarımız içine gömülecek RFID’li bir ortamda bizim ne zaman nerede bulunduğumuz bilgisini alacak olan kişilere karşı ne yapabiliriz? Başına peruk da taksa eğer kimliği yanında ise - ki Ingiltere kimlik taşımayı zorunlu hale getirecek, bir dönem bizde de zorunluktu. Kimliksiz gezeni nezarete konuk ederlerdi. o kişinin ve etrafının o yere gittiğini hemen anlıyacaksiniz...
Kimin nereye ihracat yaptığını bulmak istiyorsunuz aynı şekilde limanlara bu sistemi kurup bilgi alsanız? Yalan mı, Tuhaf mı yoksa İnanmadınız mı?
Meraklanmayın böyle düşünenlere karşı düşünenler de var, bu kişiler "Blocker Tag " geliştirdiler bile. Bu sayede insanların veya metanın izinsiz olarak takibini zorlaştıracaklar. Ama siz siz olun verilerinizi iyi saklayın, öte yandan unutmayın sakınan göze çöp batarmış...
Not:Bluetooth işi farklı yapıyor. Cep telefonunuzun bluetooth’unu toplantılarda açın ve taratın özellikle bir markanın telefonları sayesinde o toplantıya kimlerin katıldığını rahatlıkla bulabilirsiniz. Deneyin görün, hatta beni yakalarsanız bir kartvizitinizi gönderin lütfen.

Medya Teknolojileri ve dünyayi bekleyen tehlike


Medya teknolojileri ve dünyayı bekleyen tehlike
18 Nisan 2003, BABÜRce Zafer BABÜR

Dergilerde, dükkanların vitrinlerde bir furyadır gidiyor "8 mm filmleriniz, VHS videolarınız VCD, DVD ye çevrilir"... Bu aralar çevirttirmezseniz büyük bir olasılıkla bu hizmeti sunanlar bir dönem sonra azalacak, belli bir süre sonunda bu işleri yapanlar artık kalmayacak ve geleceğe miras yaşantımız birikimleriniz olmayacak. Sümerlerin Kil tabletlere yazdığını, Guttenberg'in kağıda döktüklerini hala çıplak gözle okuyabiliyoruz. Mesela geçmişin kartpostalları, resimleri hala Sahaflarda bulunuyor ve herhangi bir cihaza gereksinim duymadan bakabiliyor, onlar hakkında bilgi sahibi olabiliyoruz. (Tabii yazıları okumak için Arap Alfabesi ile yazılmış Osmanlıca bilmek gerekiyor) . OSYM eskiden sınav ardından SEKA ya gönderdiği sınav kağıtlarını artık 100 gün sakladıktan sonra çöp yapıyor... Kimi kurumlar ise Mao'nun yaptığını söyledikleri kültür devriminin benzerini yapıyor, geçmiş dönem verilerini artık işe yaramıyor deyip bir çırpıda silip atıyor. 70'li yıllarda babamla beraber yaptığımız şef sekreter telefon cihazlarını bugün hala kullanıyoruz, 1900'lü yıllarda üretilmiş telefon aparatını bile telefon prizine taktığımda hala aradığım kişiye ulaşıyor ve onunla konuşuyorum. Şimdilerde üretilen PC'lerde DVD, CD okuyucu ve yazıcılara rastlıyoruz da bundan 10 sene önce çok revaçta olan 5 ¼ lif disket sürücüleri hiç görmüyoruz, ya da 25 yıl öncesinde yazdığımız delikli kartları okuyacak okuyucu hiç ortalıklarda yok. Zaman geçmişe göre çok hızlı akıyor ama, ortak hafızamızın da o oranda kısalmasını mı istiyoruz?Geçenlerde arşivime bakarken rastladım; "VisiCal" da (bila bedel verilen yegane hesap tablosuydu o zamanlar) hazırladığım bir işletmenin mali tablolarını yaratan spreadsheet'i daha sonra Lotus 123 de uluslararası işletmelerin mali tablolarını düzenleyip konsolide etmek için yenilediğim DOS versiyonu öylece kalmış kenarda. Harvard Graphics Sunumları, Quatro Pro da yazdığım finans ile ilgili programı, DBASE III de hazırladığım telefon santrallerine bağlı çalışan program (Ericsson hatırı sayılır paraya satıyordu), Hemen yeni formata çevirdim, neme lazım birkaç sene sonra ortadan kalkar bu çeviri fonksiyonları belli olmaz. Artificial Intelligence (AI) Programları Prolog ve LISP DOS tabanlı çalışıyorlardı, yazdığım uygulama programları da orada idi sanırım geçmiş oldu artık onlar için...Ya balmumuna, 78, 45 veya 33 devir vinyl lere kazınmış ses kayıtlarını ne yapmalı? Show TV'nin PlayListindeki Hafız Burhan, Zeki Müren ve daha birçok sanatçıyı Hasan Kırağı ile beraber DAT teyplere çektik, PlayList'de şimdi var. Ya daha sonra? Gramafon lar bit pazarında var, "Sahibinin Sesi Köpek Marka" taş plak iğneleri ise nerede? Sayısal ortama geçtiğimizden beri bir çok belge kendi zamanının yaygın cihazlarında kaydediliyor, bir dönem sonunda ömrünü dolduran işletim sistemleri ya da uygulama programlarında saklanan dokümanlar ise zamanında önlem alınmazsa çöpe gidiyor, çünkü ne o sistemi bilen ne de o sistemi üzerinde barındıran cihazlar yoklar... Gündemi belirleyen gazetelerimiz ve gazetelerin arşivlerinde devasa ciltli gazeteler duruyor, geçmişe dönüp de bakmak için, şimdilerde sayısal hale geliyorlar görüntü işleme merkezlerinde.. peki bu kayıtlar hangi makinelerde ya da işletim sistemlerinde görüntülenebiliyor? Bundan 50 yıl sonra ne olacak? Her daim "devir" (migration) yapmak en iyisi galiba. Tabii bu göç sırasında kayıplara rastlamak da mümkün.
Bilgisayar ve Medya şirketlerinin neden "Fast Moving Consumer Goods (FMCG)" şirketlerinden yoğunlukla eleman aldığını anlamak bu açıdan bakınca hiç zor değil, zira bilgi çok hızlı tüketiliyor, gelecek ve geçmiş düşünülmeden... Ve onlar ki geçmişin bilgi ve birikimine sahip olanlar, olmayanların ya da olamayanların üzerinde mutlak tahakküm sağlayacaklar. "Dün Dündü, Bugün Bugün" eski Yunan'dan beri söylense de "Dün" ler bilinmeden yarınlar hakkında çıkarım yapılamadığından "dün" lere erişim sürekli olmalıdır. Kısaca, geçmişine sahip çıkmayan bir grubun geleceği de olamaz...

Kolunda implant chip var. Bu adam 'Siborg' mu?...


Kolunda implant chip var. Bu adam 'Siborg' mu?...
04 Mayıs 2003, BABÜRce Zafer BABÜR

Dr. Kevin Warwick University of Reading'in (İngiltere) Sibernetik profesörlerinden ve implant konusundaki araştırmaları ile biliniyor. 1998'de sol koluna ameliyat yaptırıp bir silikon yonga taktırarak milletlerarası bilimsel camiayı şaşkına çevirmişti.
Üniversitenin akıllı binalarında olan ofisine geldiğinde kapılar otomatik bu RF'li yongadan dolayı açılıyor, ışıklar o geçerken yanıyor, odadan ayrılınca kapanıyordu. Bu deney bir haftadan fazla sürmüş 2 cm'lik RF verici komplikasyon olabilme ihtimali nedeni ile vücudundan çıkarılmıştı. 2000 yılında yaptığı cüretli deneylerle Wired dergisinin kapak konusu olmuştu.
Mart 2002 de yüz elektrotluk bir dizin kendisine 25 kanallık bir neural ampilifier ile takıldığında, sensörlerden gelen uyarılar bu devre içinde yükseltiliyor, filitrelendikten sonra dirsekten geçen ana sinire bağlanıyordu. Bu şekilde yapay bir eli yönetebiliyor, tekerlekli sandalyeyi kendi sinir sisteminden yönlendirebiliyordu. Hatta eşine takılan daha az gelişmiş bir modeli sayesinde ikisi arasında iletişim sağlanabiliyordu.
Warnick'e göre bu sisteme ultrasonic sensor bilgisi eklenebilirse -ki bu ses oluyor- bir sinir sisteminden bir başka sinir sistemine iletişim sağlanabilirdi ki bu bizim yıllardır yaptığımız birbirimizle olan iletişim şekli idi.
Doğaldır ki bu denemeler Warwick'i yeryüzünün ilk "siborg" u unvanına kavuşturdu.
Ona göre ileride makineler insanlardan daha güçlü ve kuvvetli olacağından önemli kararları onlar alacaklar, bu yüzden alternatif kanallar şimdiden araştırılmalıdır.
İnsanın kapasitesinin sınırlı olduğunu dünyayı 3 boyutlu algıladığını, konuşma adı verilen yavaş bir seri iletişim şeklinde diğerleri ile iletişim sağladığını söyleyen Warwick, bunun için insanın kapasitesinin suni sensorler eklenerek bu kapasitenin artırılması gerektiğini düşünüyor.
Bu deneylerde gösteriyor ki konuşmadan daha hızlı bir şekilde iletişimde bulunacağız, karşımızdakinin düşüncesini sözlü iletişime gerek kalmadan çok daha hızlı anlayacağız. Bu durumda edebi kitapları okuyarak değil, sinir sistemimize bağlanarak çok hızlı bir şekilde algılayacağız, yeni dönemin ressamlarının resimleri kanvas üzerinde olmayacak, şiiri yazanın ne demek istediğini onun kağıda-kaleme dökülmüş olanından değil bilgisayar üzerinde depolanmış olan (dilin önemi ortadan kalkmış olacak) doğrudan kendisinin duygularından alacağız. Müsekkin almak yerine, birtakım sinyalleri alacağız belki de... Kimi tacirlerin mutluluk sinyalleri sattığını okuyacağız, bağımlılık yapmayan cinsinden belki de.
Hatta bazılarımız, özel implantlar yerleştirilmiş seçilmiş insanlar -yarı insan yarı robot- zamanı geldiklerinde özel görevlerini ifa edecekler. Bluetooth vari bir network bile oluşturabilir bu insanlarlar, birbirinden habersiz ama bir araya geldiklerinde hemen network olabilir. Görevleri bittiğinde ise...
Ahlak açısında bakılığında ise İnsan vücuduna bu denli müdahale doğru mu diye şimdiden düşünmek tartışmak gerek.
Not:
Warwick in son kitabı "I, Ciborg" kendi vücudu üzerinde gerçekleştirdiği deneyleri ve sonuçlarını tartışıyor. Daha detaylı bilgi için http://www.kevinwarwick.com adresini ziyaret edebilirsiniz.

Fikri Haklar, İş Hukuku ve Muhendislik Egitiminde Hukuk


Fikri Haklar, İş Hukuku ve Mühendislik Eğitiminde Hukuk
30 Kasım 2004, BABÜRce Zafer BABÜR

Ne işimiz var bizim hukuk ile diye söylenecek kimi mühendislik fakültesi öğretim görevlileri. ABD de aynı sorunla karşılaşmıştım nedense hukuk öğretilmek istenmiyordu ne BS ne MS ne de PhD öğrencilerine oysa ki bu öğrenciler belirli bir dönem sonra iş hayatına başlayacaklar ve karşılaşacaklardı hukuk ile. Onlara göre mühendislik fakülteleri mühendislik öğretirdi hukuk değil. Daha sonra MBA programlarında eğer isterlerse alabilirlerdi iş hukuku, telif yasası ve yaptırımlarını. 23 sene önce İTÜ’de iş hukukunu dersini severek almıştım. İş hayatına katılmamdan sonra hep iş kanunu şerhlerini güncel tuttum masamda, thesaurus, Türkçe sözlük, imla kılavuzu ile beraber. Şimdi ise browser ın Favorites bölümünde kayıtlı URL olarak varlar. Keşke o zamanlar telif yasasını, patent haklarını da eğitim programımıza koymuş olsalardı...
Mühendislik ve işletme talebelerinin hepsinin programında olması gereken bir konu aslında bu konu. Evet sadece Türk yasası değil, Amerika ve Avrupa Topluluğunun fikri mülkiyet (intellectual property-IP) yasasının ne olduğunu bilmeli bizim mühendisler, işletmeciler. En iyi mühendis olabilirsiniz ama hukuku hiçe sayarsanız sonunuz hazin olur.
Bakınız ABD’deki okullar akıllandı şimdilerde Amerikan çalışma hukuku ve IP’ye giriş adı altında ders veriyorlar. Bu dersin içeriğinde ise hangi ürünün patentinin alınabileceği, neyin alameti farika sayılacağı, bir patentin sahibine sağladıkları kısaca öğretiliyor. Bu gibi dersleri tabii ki mühendislikte görevli öğretim görevlisinin vermesi beklenemez bunun için barodan ya da hukuk fakültelerinden destek alınabilir.
Tipik bir IP dersinde ne okutulur derseniz? patent, copyright, trademark nedir, kime ne kazanç sorumluluk getirir, yazılım, donanım ve iş yapma biçimlerinde IP koruma nereye kadar ne sağlar kapsanırken ticari sır ve lisans sözleşmelerinin neleri kapsadığı da öğretilir.
Değişen koşullara uygun program geliştirirken her zaman yinelediğim gibi önce anadilini çok iyi bilen ve ülkesinin kanunlarından haberdar mühendisliği fevkalade olan çalışanlar yetiştirmeliyiz. Aksi takdirde haklı ve kazançlı olduğumuz yerlerde adaletin terazisinde kaybeder oluruz.
Lise müfredatından çıkmış, ders içeriklerini kendi özgür iradesi ile dünyanın ihtiyaçlarına göre belirleyen fakültelerin arttığı ve ders içeriklerinin bu yöreden örnek alındığı bir dünya özlemi ile...

Güvenliginiz ne kadar guvenli ?


Güvenliğiniz ne kadar güvenli?
30 Haziran 2003, BABÜRce Zafer BABÜR

Artan şiddet olayları güvenlik sistemleri kurmayı zorunlu hale getirdi, artık düşmanı olan olmayan her kesimden kurum, birim, kişi güvenlik sistemlerinde gelecek arıyor. Doğal olarak bunu gören hür teşebbüs de bu konuda üretime, pazarlamaya, satışa başlıyor. Her ürün güvenli midir, ya da nereye kadar güvenilebilir? Yüzde 100 güvenli bir yer olabilir mi? yüzde kaçlık bir güvenlik, güvenli bir yer olabilir? Güvenlik sistemi alacak olanlar bağımsız denetimcilerden, sınama merkezlerinden ürün sınaması hizmeti alarak sistemlerinin nereye kadar nasıl korunduğunu bilebilirler. Ama bu konuda bütçesi olmayanlar? Yurt dışında bu konuda doktora tezleri bile mevcut. Rebecca Mercuri nin genel güvenlik konusunda yaptığı çalışmalardan oluşturduğumuz aşağıdaki listeye bakmanızda yarar var. Kurumunuzun ya da işletmenizin herhangi bir ünitesi ya da tümü için kullanabileceğiniz bu liste ile varlıklarınızın güvenlik açısından yeniden değerlemesini (Security Assestment Report) yapabilirsiniz.
1. Güvenlik mekanizması ile korunmak istenen varlıkların envanteri nedir? 2. Bu envanter ögelerine yönelik tehdit unsurları nelerdir? 3. Tehdit unsurlarına karşı kullanılması düşünülen önlemler. 4. Güvenlik mekanizması ne dereceye kadar öngörülen sistemi koruyabilecektir? 5. Sistem tasarlanırken herhangi bir tahmini değer ya da varsayım kullanılmış mıdır? Kullanılmışsa nedir? 6. Güvenliği sağlamaya yönelik ne gibi tedbirler(policy) /kurallar(rule) öngörülmüştür? 7. Güvenlik işlevleri ve bunlara sağlamaya yönelik ölçüler nedir, ne dereceye kadar kapsanmaktadır? 8. Güvenlik gereksinimleri sunumu anahtar yöneticilere yapılmış mıdır? Sistemin güvenlik hedefleri ile uyumlu mudur? Yeteri kadar açıklayıcı mıdır? Herhangi bir güvenlik hedefi yeteri kadar detaylı değilse nedeni nedir? 9. Tümleşik bir koruma söz konusu ise, zincirin bütün halkalarını kapsamaktadır mı? 10. Güvenlik sistemi geliştirilmesi için usul (procedur) mevcut mudur? Bunlar yazılı ve yaptırımı olan işler midir? 11. Kaynakların ayrımı, öncelikli hizmetler ve hata payları tedbir ve usul yönetmeliği var mıdır? 12. Veri (data) gereksinimleri nedir, nasıl uygulanmaktadır? 13. Veri saklama tedbir ve usulleri nedir? 14. İletişim kanalları tanımlı ve güvenli midir? 15. Gizlilik kavramı tanımlı mıdır, nasıl uygulanmaktadır?16. Kullanıcıların iş tanımları mevcut mudur? Nasıl takip edilmektedir? 17. Tanıma-Doğrulama (Authenticate), Onaylama(Authorization) ve Erişim (Access) kontrol mekanizması var mıdır? Nasıl uygulanmaktadır? 18. Yönetsel yetki ve sorumluluklar tanımlı mıdır? 19. Yetki ve sorumluluklarda farklı birimlerle örtüşme, kendi içinde çelişme sözkonusu mudur? 20. Tüm yönetsel ve kullanıcı yardım dokümanları mevcut, güncel, erişilebilir, ve kullanılabilir halde midir? 21. Startup, Shutdown, Recovery, Rollback gibi işlevlerin neden, ne zaman ve nasıl ve kimin tarafından yapılacağına dair yönetmelikler mevcut mudur? 22. Sistem işlevsel olacağı yere nasıl getirilecek, kurulacak ve çalışır hale getirilecektir? Kimlerin sorumluluğunda ve yetkisinde yapılacaktır. 23. Kurulacak sistmin doğru çalışır olduğunun testi nasıl, ne zaman ve kimin tarafında yapılacaktır? 24. Kabul ve uyumluluk testleri ne zaman, nasıl ve kimin tarafından yapılacaktır? 25. Fiziksel yer gereksinimi ve bu yerin korunma gereksinimleri nedir? Bu konuda kimlere nasıl yetki verilmiştir?

Casus Performans Degerlendirme Sistemi ve Veri Madenciligi


Casus Performans Değerlendirme Sistemi ve Veri madenciliği
22 Mayıs 2003, BABÜRce Zafer BABÜR

Geçenlerde bir dergide FBI'ın yanlışlıkla yaptıkları yer aldı. Yanlış istihbarat sonucu kendisine ulaşan bilgileri nasıl değerlendirdiğini söylüyordu. Tabii bu bilgiler ortaya çıktıktan sonra güvenirlik katsayısında bir değişiklik olup olmadığını söylemiyor yazı. FBI hakkında daha detaylı yazıya ulaşmak isteyenler
http://www.usdoj.gov/oig/audit/0309/0309.pdf adresinden ulaşabilirler.

Temmuz.1996
Atlanta Olimpiyatlarında patlayan bir bombanın ardından tutuklanan güvenlik görevlisi üç ay sonra suçsuz olduğuna kanaat getirilerek serbest bırakıldı.

Eylül.2000
Los Alamos bilim adamı atom casusu olmakla suçlandı, mahkeme FBI'ın vakayı 4 yılda yanlış değerlendirdiğini söyledi.

Şubat.2001
FBI üyesi Hanssen Sovyetlere ve Rusya'ya 22 yıldır casusluk yapmaktan tutuklandı.

Temmuz.2001
Arizona'da uçuş okulunda okuyan Ortadoğulu öğrenciler olası El Kaide unsurları olarak teşkilatta Kontr Teror birimine raporlandı.

Ağustos.2001
Uçuş okulu öğretmenlerinin Boeing 747 eğitimi almak isteyen bir kişiyi şikayet etmeleri üzerine tutuklanan Zacarias Moussaouin'in bilgisayarına el konması izin alınamadığı için yapılamadı.

FBI düzenli olarak servis sağlayıcılardan müşterilerin davranış biçimlerini satın alıyor, her fırsatta yerli ve yabancıların resim, parmak izi vb bilgilerini topluyor ve veriambarı çalışmalarını yürütüyor. Bütün bunları yapan büro, DOS tabanlı çalışan Automated Case Support (ACS) veritabanında çalışıyor. Dedikodulara göre bu sistemi Virtual Case File System'e çevirerek "tek kelime" ile arama yapmak yerine web tabanlı "google" benzeri bir arama yapısına yakında kavuşacakmış. Büronun bir başka sorunu ise yerel farklılıklardan dolayı tutulan tutanaklar ve bunların tutarsız İngilizce’si. Bunun içinde tutanakların tek bir standartta tutulması için XML formları geliştirilmeye çalışıyorlar. (http://it.ojp.gov/jsr/public/list.jsp).

Kısacası; olay yerinde rapor tutan birimin kullandığı kelimeler, çizim vs standart hale getirilirse vakalar arası birleştirme kolaylıkla yapılabilir ve delilden suçluya kolaylıkla varılabilir diyorlar. Ama "iyi ajan; elde olan verinin ileride mahkemede kanıt olarak kullanılmasından ziyade bu ve diğer verilerden bilgi üretip gerektiğinde şüpheliyi double-ajan olarak kullanmayı sağlayandır" söyleminin varolduğu, çalışan performansının ise kaç tutuklama, kaç yargılama ve kaç mahkumiyet yaptırdığı üzerinden olduğu bir sistemde veri madenciliği nereye kadar doğru çalışabilir ki?

Ardından...


Ardından...
09 Şubat 2005, BABÜRce Zafer BABÜR

İlkokulda idim, ilk elektrik motorumu yapmak için içtiği Samsun sigarasının alimünyum kaplı kağıdını fırça olarak kullanmıştım. 4.5V’luk yassı pilden alınan enerji, aligator marka siyah yuvarlak kalemin üzerine sardığım zil telline bu fırçalar yolu ile aktarılırken, bobin üzerinde annemin dikiş dikerken kullandığı atnalı mıknatıs duruyordu. Beraber ürettiğimiz benim hatırladığım ilk tasarımımızdı.. Kışın yediğimiz portakallardan birine ağız yapar içtiği sigaralardan birini de portakala yaptığım ağıza koyardım, bir sigara yavaş yavaş yanardı sonra portakalı keserdik sigaranın olduğu yerlerin dokusu bozulmuş olurdu... Bakın siz de sigara içerseniz ciğerleriniz böyle olur derdi ama o yine sigara içmeye devam ederdi.
8mm siyah-beyaz film makinası ile çekim yapmayı öğrettiğinde henüz sekiz yaşındaydım. İlk model uçağımın pervanesini ben uyurken bitirmişti. O zaman ortaokuldaydım. Onu izleyerek araba sürmesini öğrenmiştim ve ondört yaşımdaydım Girne’de arabasını ondan izinsiz sürdüğümde.
İlk ondan öğrendim lehim yapmasını, arıza için şema takibini. Telefon santralları üretiminde kle, jak, röle, reglet lehimlerini yapardık. Kızgın havyanın ucunda bir miktar pasta garip bir koku dağılırdı havaya. Yüzlerce bacak lehimlenirdi o atelyede... Yine de onun gibi lehimleyemezdik, onun gibi forma atamazdık. Bizim başımızı ağrıtan koku hiçbirşey yapmazdı ona. Kablo çektik, sistemler kurduk, tahsilatın ne zor olduğunu gördük. Hamallar taşırlardı yaptığımız santralları Sirkecideki İbn-i Suud daki anbarlara, ya da kamyonetlere... “Bu hamalların terleri alınlarında kurumadan vereceksiniz paralarını” derdi...
Emekli olduktan sonra bahçecilik yapmalıyız dedi. 70’li yılların sonuna doğru idi yurtdışından getirilen fidanlar boy atmıştı. Telefon yardımı ile uzaktan sulama sistemini açıp kapatan kara kutu yaptık. Yine uzaktan ışıkları kontrol edebiliyorduk. Tarım ilaç firmalarının satıcıları Türkiye pazarında bazı ilaçları ilk defa deniyorlardı. O da deneyin parçası oldu, tıpkı Hindistan hastanelerindeki fakirlerin gelişmiş ülkelerin ilaç firmalarının test platformu olduğu gibi. Sürekli onların verdiklerini okudular, hangi dönem ne kadar ilaç verilmeli ne yapılmalı konusunda onlara uydular. Yan tarladaki komşu akciger kanserinden vefat edince şüphelendik... Öte yandan köy belediye olmuştu, köyün içinde küçük boyama atelyeleri kurulmuştu. Kimi insanlar akciger kanseri oluyordu ama kimse araştırmıyordu nedenini... Internet üzerinden araştırmaya başladık, evet tehlike büyüktü... Şans bizim de kapımızı çalabilirdi. Akciğer kanserinin birçok türü vardı. Bir türü için klinik çalışmalar tümörü küçültüp yok edebiliyordu ama. Çekindiğimiz oldu tümor vardı ameliyat oldu, oldu ama hastane enfeksiyonuna yakalandı. Onunla beraber yakalanan diğer dört kişi hakkın rahmetine kavuştu. Okuduklarımıza göre TIN0M0 ameliyat ardından chemo veya radyasyon tedavisine başlanmalı diyordu. Cerrah gerek görmedi. 5 mm boyutunda lokal nüks oldu 74 yaşındaydı ve ani bir kararla pnemöktamiye karar verildi, torunlarını yanına aldı aile hatırası çektirdi, arabasına atladı hastaneye gitti, 16:30 da girdiği ameliyattan gece yarısı çıktı. Göğüs boşluğu kanla doldu. Ertesi gün tekrar ameliyat ettiler, kanayan damarlar kapandı. Yoğun bakımdan çıkacağı gün fenalaştı. Zatüre oldu, enfeksiyon kaptı ve kalbi 130-150 arasında çarpmaktan yoruldu. Hakkın rahmetine kavuştu. Bana can olan bedeninin başka canlara nasıl can olacağını görmemi sağladı..
Türkiye’de yerel yönetimlerden, hastanelere kadar ne kadar çok yerinde ne çok aksaklık olduğunu bir kez daha onun sayesinde gördüm. Hastanelerin bilgisayar düzeni, iş süreçleri, eleman eksikliği, eleman bilgisizliği, ilgisizliği... Ülkenin dört bir etrafı internet olsa ne olur ki, e-sağlık olsa ne olur ki? Araştırmayan, okumayan, düşünmeyen insanlar topluluğunda ne olur ki?

Metadata ve Arama Motorlarinin Istihbaratta Onemi

Metadata ve arama motorlarının istihbaratta önemi
17 Mayıs 2004, BABURce Zafer BABÜR

Yıllardan beri bilinen bir gerçek var ki o da iyi bir kütüphanecinin yerini halen yazılım programlarının alamadığı. Araştırma yaparken önemli desteklerimizden biri de kütüphanecilerdi, Sahaflardaki Aslan Bey’di. Onlar sizi öylesine yönlendirirlerdi ki kısa zamanda aradığınıza kavuşurdunuz. Ya da tam tersi vasat bir kütüphaneci sizi aradığınız konudan uzaklaştırabilir, bambaşka alanlara yöneltebilirdi. Arama programları da insan kadar etkileşimli olmadığından onbinlerce kayıt arasından getirdiği kaynaklar sizin aradığınız kaynaklardan uzak kaynaklar olabilir. Bir de kendisine nasıl erişilebileceği belli olmayan kaynaklara erişim ise olanaksızdır.
Bilgisayar çağında hızlı ve doğru bilgiye ulaşım kişilerin kendi anadillerinde yazacakları cümlelerden arama yapacak yazılımlara sahip olabilmeleri ile sorun çözülebilir. Gazeteciliğin 5N1K’sı burada da geçerli olmalı ve arama motoru cümleyi buna göre parçalara ayırıp cevabı ona göre sunmalıdır. Burada doğaldır ki kimi diller için bu şekil analiz yapmak daha kolay olacaktır.
Arama motorunun aranan konuya göre arama tablosuna anahtar kelimeleri yerleştirmesi işin bir parçası, diğer parçası ise bu tablo ile aranılan kütüphanenin her envanter ögesi için doldurulmuş özet bilgi tablolarının eksiksiz ve doğru doldurulması. Artık bilgisayarların birbirini rahatça görebildiği bir ortamda ofis belgeleri de dahil tüm elektronik belgelerinin bir yerde nüfus cüzdan bilgisi olan metadatasının çok iyi doldurulmuş olması gerekiyor. Örneğin bir Microsoft ofis yazılımında özet bilgiler içinde title, subject, author, manager, company, category, keywords, comment, url gibi genel bilgilerin yanı sıra özel bilgiler içinde checked by, client, date completed, dept, destination, disposition, division, document number, editor, forward to, group, language, mailstop, matter, office, owner, project, publisher, purpose, received from, recorded by, recorded date, reference, source, status, telephone number, typist yer almaktadır. Bu sayede dökümana erişim kolay olmaktadır. Tabii burada kurum bazında standart bir metadata dili yaratılmadıysa onlarca döküman arasından aradığınıza ulaşmanız uzun bir zaman alabilir.
Aramayı araştırmayı etkin kılabilmek için her hazırlanan dökümanın metadatası Dublin Metadata’nın önerdiği biçimde zorunlu alanları içermeli ve bu alanlar belirlenmiş standartlar dahilinde eksiksiz ve hatasız doldurulmaldır.
Bu çağ bilgi çağı olduğuna göre bu çağın artı değerini oluşturacak olan doğru veriye doğru zamanda hızla erişim olacaktır, bu da hatasız, eksiksiz metadata ve gelişmiş arama motorları ile mümkündür.

Spam SMS ve GSM Operatorleri


Spam SMS ve GSM Operatörleri
17 Şubat 2004, BABÜRce Zafer BABÜR

Spamler önce posta kutumu doldurdular, ardından e-mail imi işgal ettiler, şimdi de cep telefonumdalar. Mahremiyet kalmadı artık. Buna olanak sağlayan GSM operatörleri spamciler sayesinde bizim üzerimizden para kazanıyorlar, ya biz ne oluyoruz?
Reklamcıların keşfetmesi fazla uzun sürmedi bu sefer anında geldiler... Müşteri ile ilişki kuruyoruz diyorlar 1to1 ilişki bunun adı. ABD de iş biraz daha ilerilere gitmiş durumda, özellikle izlenen bazı programlar var (nationwide) işte o zamanlarda özgün SMS mesajları geliyor telefonunuza... 1991 telefon kararnamesinden dolayı da müşteriler şirketlerin aleyhine dava açıyor. Verizon ki bu alanın en büyüklerinden biri class-action davası ile uğraşıyor.
SMS i bu kadar çekici kılan bir kere maliyeti birkaç centlik maliyeti var mesaj başına. Öte yandan kesinlikle açılıp okunması gerekiyor. Bu müşteriye kesinkez ulaşım demek. O yüzden de SMS bombardımanına tabi kalıyoruz. En son aldıgım SMS “ bitkisel viagra” reklamı beynimden vurulmuşa döndüm. Bu telefon numarası bir çocukta da olabilirdi. Bu ne cüret...
Geçtiğimiz aylarda bir grup Ingiliz vatandaşı yeter artık deyip hükümete başvurmuşlar bile..Tabii onların ki biraz farklı nedenle, çünkü mesaj gönderen şirket bunlardan “reply” istediği için “reverse invoice” yöntemi sayesinde saf İngiliz her mesaj için 1.50 GBP ödemek zorunda kalmış.
Bunların yanısıra porno sitelerinden, müşterek bahis kumpanyalarından, salaş iş bulma şirketlerinden kendilerine gelen SMS leri okumak zorunda bırakılan yabancılar bundan çıldırmış durumdalar.
Hiç olmadık zamanlarda gelen SMS ler var. Bunlardan bir tanesi de 17.08.2000 de sabaha karşı 03:05 de tüm Türkiye’de yaşanmıştı. Yine Türkiye de de bir dönem “ara beni boya beni” olarak gelen SMS ler birçok kişinin kesesini yaktı. Bunlara karşı henüz Türkiye'de geliştirilmiş bir uygulama yok. Yurtdışından veya Türkiye'den satın alacağınız “bulk SMS” ile elinizdeki listelere toplu gönderim yapabilirsiniz. Bunun için sistemde iz bırakmanıza da gerek yok. Yasal çalışan herhangi bir toplu SMS satan şirketten SMS lerinizi “Money Order” ile alırsınız, arkanızda herhangi bir iz bırakmadan spam SMS lerinizi internet vasıtası ile gönderir hesabınızı kapatırsınız. Bir dahaki sefere başka ülkeden SMS alır bu işe devam edersiniz.
Bir servis noktası olmalı bu taşıyıcıların SPAM SMS e karşı, tamam hepimiz kar için çalışıyoruz ama bu reklamlar bana geliyor, ben bunları alıyorum ama operator benim üzerimden para kazanıyor. TV de reklam var ama onun adı FreeTV, reklamlar sayesinde ayakta kalıyor TV istasyonu. Spam SMS in kime ne hayırı var? Bu kazandığı paradan operator neden bana para vermiyor, öte yandan benden sabit ücreti alıyor öyle ya da böyle hep alıyor ya. Eğer bana bu tip SMS ler göndertecekse bende karşılığında hakkımı istiyorum desem, operatorlere başvursam, benim telefonumu ve zamanımı kendi sisteminiz içinde kullandırtıyorsunuz desem...

Deliler timarhaneyi yonetirse, bilgisayar yazilimlari da boyle olur...


Deliler tımarhaneyi yönetirse, bilgisayar yazılımları da böyle olur...
18 Haziran 2004, BABÜRce Zafer BABÜR

Birden fazla baskısı yapıldı kitabın ABD’de, yazan aynen yukarıdaki başlığı kullanmış kitabına.“The Inmates Are Running the Asylum: Why High Tech Products Drive Us Crazy and How to Restore the Sanity”
Ona göre yazılımevlerinde normal insan (average person) yok, o yüzden yazılımlar da bir acayip şekilde çıkıyor, "garip tuş kombinasyonlarını bize zorla ezberletiyor bunlar" diyor. Ondan sonra da birden değiştiriveriyorlar, yıllar içinde o yazılımın piri olan biri bir anda boş bir tenekeye dönüyor. LISP, PROLOG, ADA; Fortran, Lotus vs. en tepeden en aşağı tüm yazılım araçlarında kısa sürede bir değişim yaşandı.
Aslında etrafınıza bakarsanız her türlü kullanım eşyasının içinde bir çeşit yazılım var, öte yandan kullandığınız otomobil, buzdolabı, çamaşır makinası, telefon, televizyon, video, fırın bunları kim kullanıyor: IQ’su 120’nin altında olanlar. Sürekli fonksiyonları değişen aletleri nasıl kullanabilirler ki?
Haklı mı derseniz, uzun bir süre yazılım üretim yapıp, yönettiğimden haklı olan yönlerini görebiliyorum. Ama çalışma arkadaşlarım deli miydi derseniz, bu konuda hem fikir olamayacağım. Architect dediğimiz arkadaşlarımız daha zekidirler, daha yaratıcıdırlar. Kendilerinden bir şeyler eklemek isterler, ama siz yönetici olarak bunu dengede tutabilirsiniz. Mesela bir yazılımcı arkadaşımız code içinde dokümantasyon yaparken kendine özgün esprilerini de koymuştu.
Bir versiyonda fonksiyon tuşlarının bir diğer versiyonda değişmesi ise beni her zaman çıldırttı. Türkiye'de yapılan bir yazılımda fonksiyon tuşlarının anlamını değiştiren bir bankanın yazılımevini çok iyi hatırlarım. Neden diye sorduğumda müdürlerinin yanıtı anlamsız olmuştu. Aslında bunun da nedeni “Human Performance Engineering” dersinin bu kişilere verilmemiş olması ve bu dersi lüks ya da fantezi diye gören üniversitelerimizin bulunması, bunların da ötesinde 70’li yılların sonlarında çıkan 2 yıllık okullarımızda mimariye önem verilmemesi olmuştur.
Dünyada da aynısı oldu, sertifika programları ile programcı yetiştirilince felsefeden, matematikten, mühendislikten uzak ama kod yazan insanlarımız oldu. Onlara projeler teslim eden yönetim yeni tavuklar aramak için kümesten uzaklaşınca onların yumurtladıkları da böyle oldu.
Yazılımcı kendini tatmin etmek için yazılım yazıyorsa ona tavsiyem gitsin başka alanlara yönelsin. İş dünyası için yazılım yazacaksa ki ona maddi kaynağı sağlayacak olan bu işletmedir ve işletmelerde hedef sürekliliktir, bunu bilerek yazsın. Bunların başındaki yöneticilerin de ticaret nedir? finans nedir? önce bunları anlamaları gerekir. Yol yakınken sürekli eğitimlere katılsın. Üniversitedeki öğretim görevlileri ise araştırmacı mühendis ile iş dünyasına yetiştirilen mühendis arasında fark olduğunu bilip, buna göre eleman yetiştirsinler. En azından eğitim programlarına iş hukuku, maliyet, operational research gibi konuları koysunlar (Bundan 20+ yıl önce mezun olurken bile bu konuları üniversitede ders olarak almıştık)

Cep telefonlarina ring-back-tone hizmeti


Cep telefonlarına ring-back-tone hizmeti
10 Mart 2004 , BABÜRce Zafer BABÜR

Cep telefonlarının bireyselleştirilmesi devam ediyor; kapaklar değişiyor, logolar değişiyor, zil sesleri değişiyor, bizi arayanın numarasına göre farklı tonlarda telefonumuz çalışıyor. Aranan numara kapsama alanı dışında olduğunda, ya da o an telefon telesekretere çevrildiğinde robotik anons yerine kişilere bu anonsu yaptırttılar.
Ancak bugüne kadar karşı tarafı aradığımızda duyduğumuz zil sesi aynı kaldı. Mesela beni arayan patron ise neden "Dağbaşını Duman Almış" marşının melodisini dinlemiyor? Annem aradığında o gün benim doğum günüm olduğunu neden kendi sesimden duymuyor? Telefonumun kapalı olduğu mesajını standart monoton bir ses yerine kendi kaydettiğim bir ses ile veremiyorum?
ABD deki mobil telefonum eğer kapsama alanı dışındaysam beni arayanlar kendi sesimle yaptığım anonsu dinledikten sonra isterlerse mesaj bırakabiliyorlar. Hatta hazır melodilerin yanı sıra bireyler de web sitesi üzerinde kendi melodilerini besteleseler, ya da kendi seslerini kaydetikleri bilgisayarlarından Telco’nun sitesine indirseler... Yeni nesil akıllı telefonların ekranlarında video ve grafikde birleştirilebilir. Mesela eşimi aradığımda ekranımda onun resmini, zil sesi yerine ise "diamonds are forever" melodisini duysam?
Ring-Back-Tone... Kişiselleştirilmiş zil seslerinden sonra bu hizmetde bir çılgınlığa dönüşecek. Aylık birkaç dolarlık bir üyelik fiyatı ile çalışacak bu sistemde aboneler istedikleri ring-back iletilerini kendileri server’lara ister telefonları ister web siteleri üzerinden yükleyebilirler... İster pre-paid (ön ödemeli) ister post-paid (faturalı) olsun her iki sistemde de SMS tüketerek çalışacak bu sistemle billing&collection (faturalama ve arşiv) da aynı servis sağlayıcı tarafından gerçekleştirilecek.

Tuesday, May 16, 2006

Hav, hav, hav.. Benim cici kopegim


Hav, hav, hav.. Benim cici köpeğim...
01 Mart 2004, ZAFERce Zafer BABÜR

Geçtiğimiz yılbaşında NeimanMarcus’da (ABD’nin sayılı magazalarından biri) köpek dilini insan diline çeviren bir hediyelik eşya vardı. Köpeğinizin boynuna astığınız bu verici sizin elinizdeki alıcıya köpeğin havlama sesini sayısal olarak gönderiyor ve elinizdeki alıcı bunu insan diline çevirip ekranında gösteriyordu. Alet bununla da kalmıyor, 12 saat boyunca havlamaları kaydediyor ve siz evde yokken hayvanın nelere duygusal tepki verdiğini öğrenebiliyorsunuz. Bir de küçük analiz yazılımı eklemişler bununla, hayvanın son 100 havlamasının istatistiksel olarak değerlendirmesini yapabiliyorsunuz. Tabii her hayvanın havlaması farklı frekansta ses oluşturduğundan cinslere göre ayırım var. Sivas Kangal var mı diye baktım, yoktu tabii. Onu yurdunda misafir edecek adamın buna gereksinimi yoktur herhalde.
İki farklı renkte kırmızı ve koyu mavi bu cihaz aslında 900 Mhz’den yayın yapan, yaklaşık 10 metre kapsama alanı olan, vericisi tek bir kalem pil, alıcı ise 4 kalem pil isteyen bir telsiz uygulaması, ama arkasında ne var diye merak ettiğimde gerçekten bilimsel bir çalışma çıktı.
Dr. Suzuki 5 bin köpek havlamasını kayıt ettikten sonra bunları Kogure Hayvan Hastanesi ile beraber analize girişmiş. Sonuçta bu hayvanların davranışlarını altı grupta toplamış; bunları mutlu, üzgün, tetikte, gösteri modunda, kızgın ve yalvaran olarak nitelendirmiş. Bu kümelerin altında da farklı davranış biçimlerini toplamış buna göre;*Mutlu kümesinde; heyecanlı, oyun oynamaya hazır, seni seviyorum, çok iyi, haydi gidelim, çok mutluyum*Üzgün kümesinde; seni özledim, üzgünüm, beni hatırla, beni unutma, beni buradan çıkart*Tetikte kümesinde; bana vurma, hoşlanmadım, beni yalnız bırak, kötü, erkeksen dene*Gösteri modu kümesinde; bana bak, sana yardım etmek istiyorum, daha fazla göster, çok iyiyim, ben iyiyim senden ne haber*Kızgın kümesinde; bu çok fazla, biraz eğlenmek istiyorum, benimle oynayın, sessiz olun, beni dinleyin*Yalvaran kümesinde; benimle biraz daha oynar mısınız?, benimle biraz daha kalır mısınız?, haydi yine oynayalım, arkadaşa ihtiyacım var olarak belirlemiş.
Aleti alıyorsunuz, kendi köpeğinizin cinsine uygun kodu yüklüyorsunuz, ondan sonra istediginiz cümleleri istediğiniz seslerle eşliyorsunuz. Bundan sonra köpeğiniz havladığında alıcınızda mesaj olarak yazılı metni görebiliyorsunuz. Şimdilik sizin sözünüzü köpek havlamasına çeviren yazılımı eklememişler.
Bu oyuncak satar mı dersiniz? Sanırım 15 sene ya da daha önce idi ya New Mexico ya da Arizona da birisi, bildiğimiz kaya parçasını bebek yapmıştı ve inanılmaz satmıştı "baby rock"lar o zaman Amerika'da. Hatta yakın geçmişte Lahana bebekler, Sanal Bebek Tamagotchi Türkiye'de bile iyi satmıştı. Orası Amerika, taşı toprağı altın Amerika. Bence bu da satar.

Yazilim Ureticileri ile eski santral ureticilerinin analojisi


Yazılım üreticileri ile eski santral üreticilerinin analojisi
15 Temmuz 2004, BABURce Zafer BABÜR

Orta ve Küçük ölçekli yazılım şirketleri satış ve Ar-Ge için bu dalgalı markette sermayeden oldukça büyük oranda yiyorlar. Birçoğunun geçim kaynağı daha önce satmış oldukları yazılımların bakım anlaşmalarından gelen düzenli getiriler.
Yıllar öncesinde çalıştığım telefon santralı piyasası birkaç kişinin elindeydi. O dönemde ithalat sınırlı olduğundan işlerin getirisi iyi idi. İşletmelerin santralları, şef sekreter cihazları atelye tipi üretimle devam ediyordu. Satılan telefon santrallarına iki türlü servis verilirdi. Ya arıza olunca acil arıza kaydı ya da yıllık bakım anlaşmaları. Telefon hattı tahsisinde on yılları alan sıralar vardı. 50, 60, 70’li yıllar bu üreticiler için altın yıllardı. 70’li yılların sonunda değişmeye başlayan ekonomi ve teknoloji bu düzeni bozdu. Artık başkaları da vardı, piyasaya devler gelmişti. Bu küçük üreticiler pazarın önemli bir kısmını tuttuklarından kendilerine şirketlerini satın alma teklifi ile gitti. Büyük şirketler. Kimi bunu kabul etti, kimi kabul etmedi. Kabul edenler portföylerini büyüklerin ürünleri ile değiştirdiler, kabul etmeyip direnenler ise bu piyasada eskisi gibi yeni satış yapamadılar. Sadece eskiden sattıkları ürünlere bakım sağlayarak devam etmeye, yeni ürünler tasarlamaya çalıştılar. Ama R&D sermayeden yiyen nankör bir yatırımdı ve uzun süre devam edemediler ve bunlar pazardan yok oldular. Büyük şirketlerin yörüngesine girenler ise hayatlarını devam ettirdiler.
Tedarik Zinciri Yönetimi (SCM), Kurumsal Kaynak Planlaması (ERP) vb, hepsi birarada yazılımını sağlayan yazılım devleri için dünya daha pembe çünkü şirketlerde “aman hepsi bir yerden olsun” mantığı hakim olmaya başladı. Kurumsalda büyük daha da büyük olurken, küçüklerde sorun devam ediyor. Öte yandan kimi kurumlar bilgi eksikliğinden iki farklı yazılımı bir arada çalıştırmak için bir o kadar daha harcıyorlar. Kimi yazılım şirketleri ise birbirlerini satın alarak büyüme taktiğini gütseler de bu alımlarda hedef müşteri portföyünü ele geçirmek olarak uygulandığından şirketin edinilme tutarı kadar bir tutar da yeniden geliştirmeye harcanıyor ve sonuçta maliyetler katlanarak büyüyor.
O zaman burada farklı bir yapılanmaya gidilmesi kaçınılmaz olmaktadır. Çözüm yine doğada, hani timsahların dişlerinin arasında günlük istihkakını çıkaran kuşlar var ya onun gibi küçük şirketler büyüklerle anlaşma yolunda gidecekler bir dönem için onların uydusu gibi davranıp müşterilerine öyle ürün sunacaklar ya da otomobil piyasasındaki gibi yan sanayi olarak kalıp büyüklere hizmet sunacaklar veyahut da bunun dışında kalan kimi küçük şirketler özgün (niş) pazarları arayacak bu arada varolan müşteri portföyünün bakım anlaşmaları ile yetinecek.

ABD'de beyin izi haritasi ve ulusal fis


ABD’de beyin izi haritası ve ulusal fiş
02 Temmuz 2004, BABURce Zafer BABÜR

ABD’de her yeni doğan çocuğun gen haritasını çıkartıp ulusal veritabanına ekliyorlardı. Şimdi buna bir de yenidoğan çocukların beyin haritası da eklenecek. Bu sayede bu bireyin neye temayülü olduğunu bilebileceğiz. Örneğin C2 seviyesinde güvenlik gerektiren işlere almayabiliriz.. ya da vandalizme eğilimi varsa ona göre davranabiliriz. Bu uygulama Freud yaklaşımını doğruluyor tabii, Jung’un söylemi ise çevre etmenlerini de destekliyor.
---Kadının yeni bir kızı doğmuştu, doktoru açıklamalarda bulunuyordu:-Beyin taraması sonuçlarına göre kızınızın beyin fonksiyon MRI’ının yüzde 98’i kadar alan yeşil’de, yalnız yüzde 2 kırmızı alarm var. -Anlayamadım Doktor Hanım ne demek bu şimdi?-Kırmızı alanda derinlikli veri istedim bu daha açıklayıcı olur. Ulusal veritabanının geçmişe yönelik araştırmalarına göre kızınızın kırmızı alanı “nikotin bağımlısı” ve “vandal” olabilir. Tabii koşullara bağlı, eğer bir kere nikotin denerse bırakmayabilir, vandal ortamlarda bulunursa bu grupların parçası olabilir. -Ben hayatımda sigara içmedim, evde de içilmez. Dolayısı ile sorun değil. Yalnız bu verileri ne yapacaksınız?-Bu verileri kızınızın vatandaşlık numarası ile beraber ulusal veritabanına işleyeceğiz.-Ama, ben böyle bir şey istemedim ki, neden fişliyorsunuz onu?-Siz isteseniz de istemeseniz de hükümetin çıkardığı “Suçla Savaş Sayısal” kararnamesi’nin bir parçası olarak tüm yeni doğanlardan bunu istiyorlar. Aksi takdirde biz tabipler savaş suçlusu olarak yargılanacağız. Lütfen beyin, gen ve kan grubunu gösterir kimliğini burada unutmayın. Kadın yeni doğan kızını kollarına aldı ve evinin yolunu tuttu.---
Tabii yukarıda anlattığım senaryo henüz uygulamaya alınmadı ama kullanılan teknoloji halihazırda mevcut, kararname çıkarmak ise çocuk oyuncağı...
Tümor, kırık vs. yapı bozukluklarını ortaya çıkartmak için kullandığımız Magnetic Resonance (MRI) artık Functional MRI olarak beyin işlevlerini test etmek için kullanılıyor. Dolayısı ile hangi işlevleri istediğinizi beyin avcısına (head hunter) söylüyorsunuz, elindeki veritabanından bu özelliklere uyan beyin grafilerini seçebiliyor olabilir. Beher grafi 450 MB civarında birkaç yüz görüntü dosyasından oluştuğundan pattern matching ile arama kolaylıkla yapılabiliyor.
Sigorta şirketi düşen karlılık nedeni ile herkesi sigortalamak istemiyor, riski belirliyor ve bu risk haritasına göre kişileri sigortalıyor, kimilerinin primleri çok yüksek. Yine sigortalı sigortalının parasını ödüyor, bu sefer sigortacıya kalan fark daha büyük oluyor.
Xpoli kentinin genome yapısı elinde olanlar buradakilerin gen yapısı ile oynayarak bundan sonra istedikleri zaman kendi emirlerini tıpatıp dinleyecek klonlar yetiştiriyor. Gün ışığına bağlı fonksiyonlar eklenmiş beyinler, “gündüz insan, hece hırt” tiplemesini gerçek kılıyor.
Hatta bu ülkede çocuklarını doğuranlar sayesinde bu ülkeler genome yapılarını dışarıya yavaş yavaş açıyor olabilirler. Bir savaş anında ne olduğu bilinmeyen genetik hastalıklarla uğraşmak zorunda kalabiliyorlar.
Bugün itibari ile ABD’deki beyin izleri laboratuvarlarında yapılan bir çalışma beynin eğer daha önce gördüğü ya da yaşadığı bir olayı naklederken tüm beyinde aynı dalgaların üretildiğini ortaya koymuş durumda ki bu da yalan makinalarının tekrar gündeme getirecek.

Siz Ne Zaman Netinizi Noktalayacaksiniz?


Siz ne zaman 'Net'inizi noktalayacaksınız?
09 Mart, 2003 BABÜRce Zafer BABÜR

Programlamaya ilk başladığınız zaman yazdığınız programı hatırlıyor musunuz? Yok, yok "Hello World" den bahsetmiyorum. Yani ciddi programlardan bahsediyorum hani şu satıp da para kazandığınız...Siz de benim gibi punch cardlarda yazdınız mı? Ve hala program yazmaya yeni programlama dilleri ile devam ediyor musunuz? Ben artık havlu attım. Programcılığın neresini seversiniz analiz, tasarım, kod üretimi, test, sizden önce yazılmışların çözülmesi?
'80 lerin sonu '90 ların başıydı değil mi VisualBasic 1.0 la tanıştığımızda. O zamanlar DOS hala piyasada. Xbase olarak anılan Dbase, Clipper, FoxPro çok yaygındı. FoxSeverler ile Clipper Tutkunları arasında sürekli bir çatışma vardı. Ben o zamanlar Fortran, Cobol, Basic dillerini Sun WorkStation ve VAX larda kullanıyordum. Sonrasında UNIX de Oracle ve Cobol kullanmaya başladım. 95 di sanırım, Visual Basic'i Istanbul Universitesinde öğretirken öğrenciler bana kızmışlardı neden başka bir dil öğretmiyorsun diye. Ne kadar çok programlama dili, ne kadar çok işletim sistemi var değil mi? DOS (1..7), Win(3.x), Win95, Win98, WinMe, WinCe, WinNT(3.x,4.x,5.x), WinXP, Win2K bunların farklı version, build, service pack ve suite leri... Bazıları ise çoktan unutuldular... FoxPro öyle ya da böyle devam ediyor, özellikle Güney Asya da çok yaygın biçimde var. Şimdilerde ise .NET mi? yoksa Java mı? sorusu var piyasada... Interoperability kavramı ile geldi. MS, VB ciler ise VB.NET için "MS bizi kurtlara bıraktı" diyorlar. Ama doğrusuda bu değil mi? Örsün başında demir döverek parçalar yapmaktansa bu işi biraz daha mimari taraftan bakarak yapmak lazım değil mi? Bileşenler onları yapanlardan alınmalı ve programlar bu bileşenleri kullanarak yazılmalı. Bir ortam için yazılan diğer ortamlarda da çalışmalı. Intranet için yazılan, Internetde de, PDA da çalışabilmeli.
Tabii bugüne kadar yazılmış üretilmiş yazılımlar ne olacak? Yönetimi nasıl ikna edeceksiniz? Eğer fonksiyonalite aynı kalacaksa neden bu yazılıma bu kadar para vereceğiz sorusuna cevap bulmak lazım... VB6 yazan bu konuda yıllarını vermiş bir programcının hemen .NET de yazmasını bekleyemeyiz, ya da bunca yıldır üretilmiş olan ASP, ADO, C++,VB programlarının .NET e çevrilmesi ne kadar zaman alacaktır? Her ne kadar MS bunlar için otomatik çeviren programlar yapmışsa da farklı kurumların onlarca kez benzeri araçlarını kullanarak migration yapmış birisi olarak kesinlikle söyleceğim "TEST leri ÇOK DETAYLI yapın, şakaya gelmez!".
.NET e karar verdiğinizde bu ilerisi için bir karar olacak artık yolunuzu çizmiş olacaksınız, her ne kadar Sun Web Servislerinde .NET li ortamlara yeşil ışık yakacağını söylese de geçmiş dönemin yazılım savaşlarını unutmamak gerekir. J++ ve Java nın hazin hikayesini hepimiz hatırlıyoruz ve bu geçiş satıcıların söylediği gibi ağrısız sancısız, bugün sünnet yarın deniz gibi olmaz. Win2K geçisini hatırlamanız yeter. Bunun için yapmanız gereken öncelikle sisteminizdeki envanteri çıkartmak bu işin ne kadara mal olacağını gerekirse dışarıdan danışmanlık alarak çıkartmak, ardından kurumunuz içinde projenize sponsor bulmak, detaylı proje planı yapmak (yeniden yazılacak kodlar, encapsulate edilecek yapılar, test) olacaktır. Bu bir geçiş projesi olduğu için sorunları nasıl çözebileceğiniz konusunda hazırlıklı olun, plan B her zaman hazır olsun.
Sonuçta MS sizin IT de kurumsal tedarikçiniz olmak istiyor ve sadece bir ortamda geliştirin o da benim ortamım olsun diyor. Gerçi ne kadar sıklıkla bizden bizim rızamız olmadan güncelleme isteyecek onu henüz bilmiyoruz. Ama genel temayülün 18 ayda bir olduğunu geçmişe dayanarak söyleyebiliyoruz.

Herkes Tarih Yazamaz


Herkes Tarih Yazamaz!
Zafer BABÜR
27 Aralık 2004 BABÜRce www.btnet.com.tr

Ya aldınız ya da alacaksınız. Tab etme külfeti yok deyip basıyorsunuz deklanşöre, şak şuk anında resimi gösteriyorsunuz yanınızdakilere. Sonra karttakileri PC nize yüklüyorsunuz, ama o da ne birkaç yıl içinde resim denizi içinde boğuluyorsunuz. Hepsinin de adı aynı birtakım sayılar eğer arşiv birikiminiz az, depoculuk geçmişiniz fazla ise... İşi biraz daha ileri götürün, haber şirketindeki görüntüler, filmler röportajlar... Çığ gibi büyüyen bir görüntü deposu... Ilkokulda iken Bell&Howell ile sessiz 8mm ile film çekerken, bu filmlerin kutuları üzerine; tarih, mekan olay ve kişi bilgilerini yazmamı tembihlerdi babam. Sonrasında bunların da bir indeksini oluşturttu. Ardından renkli, sesli filmler onun ardindan film uzerine tarih yazan, bilgi kaydeden makinalarla çalıştık. Fotoğraf çekiminde bir kuralım vardı 10 kutu filmden bir kutu film sergilenmeye değer çıkardı. Yani 36 pozda 4 kare sergilenecek kalitede olurdu. Diğerleri index print olarak hayatlarını karanlık kutularda sürdürdüler. Bir daha kimse de yüzlerine bakmadı tabii. Basılan fotograflar ve onların filmleri de aynı şekilde indekslenirdi... Ardından “metadata” fikri ile karşılaştık. Yazıda, görüntüde, ses kayıtlarında “metadata” diyorlardı. Yani malzemenin künyesi... Bunun için bir standartlar silsilesi oluşmaya başladı. Kendine has dili oluşuyor...
Artık dünyada inanılmaz bir hızla görüntü üretiliyor, üretilen görüntüler kolaj yoluyla başka görüntü malzemesine dönüşüyor. “parent-child” ilişkisi devam ediyor. Evimiz, işyerimiz görüntü okyanusu. Tüm bu görüntüler ileride faydalanmak isteyeceğimiz görüntüler mi? Hangi görüntüleri silmeli, hangilerini nasıl bilgilerle işleyip saklamalıyız? Nerede saklamalayız?
Evet teknoloji bize sınırsız çekim özgürlüğü getirdi, ama hatıralardan tarih nasıl yazacağız? Önce kendinize doğru soruları sorun. Ben bu çekimleri kimin için yapıyorum, hangi içeriği onlara bırakıyorum, göz atarken bir yandan da metadatasını oluşturun, hepsinden önemlisi bugünden bu işe başlayın… Resimler aile fertleri için mi? Çocuklarınız büyüdüğünde onlara göstermek için mi? Ardında tasnif edin içindekilere göre ona göre adlandırdın yani kendi “taxonominizi” oluşturun. Sizden sonra gelenlere birikimi aktarmak istiyorsanız.
Biraz zor olacak tabii, arşiv ile depo arasındaki farkı zor anlayan bir toplumda bunu etrafındakilerinize uygulatmak... Yine de kolay gelsin.

Bilgisayar Oyunlarında Yeni Kazanç Kapıları


Bilgisayar Oyunlarında Yeni Kazanç Kapıları
01 Nisan 2003 BABÜRce, www.btnet.com.tr

Bu nesil bilgisayar oyunları ile yaşıyorlar, oynamıyorlar... Artık SimCity gibi oyunlarda bile kendi karakterlerini üretmeye başladılar. Hele net üzerine oynuyorsanız, oradan karşınıza çıkan adamın ne menem birşey olduğunu hiç bilmiyorsunuz yani tam bir paranoid toplumu var internet üzerinde. Karakter tip olarak daha önce oyunlarınızda gördüğünüze benziyor ama "mod" farklılaştırılmış ve net üzerinde dolaşıyor tıpkı kişilik bölünmesi yaşayan gibi, yada "gündüz insan gece hırt" modunda bir tip.
10 milyar USD lik oyun endüstrisinin ABD de oturan devleri bir yol buldular, Oyuncular birkaç seviye sonrasında oyundan bıkmasınlar sürekli oynasınlar diye add-on lar geliştirmeye başladılar. Bunlar ek bir ücretle satılıyor. Yada biraz daha kaputun altındakilerle ilgili iseniz internet üzerinden devolopment kit edinip bir kaç karakter yaratabilir, hatta bunları satabilirsinizde. Yalnız satışlarda bazıların başı ağrıyabilir, mesela Walt Disney yada Hollywood karakterlerini hackerlar oyuna dahil ederse, Walt Disney oyun üretici şirketi telif haklarından ötürü dava edebilir. Bilgisayar oyunlarının saç ayağını grafik/ses library, map dosyaları, ve "engine" oluşturuyor. Grafik ve ses library de adından da anlaşılacağı üzere ses ve görüntü dosyaları yer alıyor, map dosyalarında oyunun her seviyesinde grafik elemanlarının nerede ve nasıl yer alacağını söylerken aynı zamanda farklı olayların farklı durumlarda cereyan edeceğini de burada yazılı. Yani oyunun alın yazısı demek doğru olur herhalde. Hareketleri sağlayan ise "engine". Sadece oyuncu yaratarak değil, oyunların müziklerini değiştirerek, hatta bazılarına "engine" tabir edilen kısımları bile yazarak para kazanabiliyorsunuz.
Son zamanlarda bizleri çalıştırır hale geldi şirketler farkında mısınız? Onların ürünlerini kullanarak yeni ürünler elde ediyoruz ve onlar bizim sayemizde daha da genişliyorlar. Eski oyunlar yenilenmiş gibi hala satıyor, çünkü yaratıcı takım "arcade" de oynayan çocuk üstelik bunların maaşınıda şirket vermiyor, bedavaya adam çalıştırmak buna denir işte... Tabii o şirket sizi istihdam etse size çok daha fazla para verecekken bu şekilde ucuza onlar adına çalışıyorsunuz.
Buradan alınacak bir başka ders ise, bu tip programların müfredata bir türlü eklenmesi madem ki okullar sanayiye nitelikli eleman yetiştiriyor. İşte bu noktada bizde öğrencilere verdiğimiz ödevlerden biri olarak bilgisayarda oyun üretmesini isteyelim. Yıllar önce ilkokul öğretmenimiz bizden yaşayacağımız mekanları tasarlamamızı istemişti, bir arkadaşımız portakal biçimli bir ev ile gelmişti. Aligator marka kurşun kalem, sigara paketlerinin içinden çıkan varak,annemin terzi mıknatısı ve biraz bobin teli ve 4.5volt yassı pil kullanarak ilk elektrik motorunu yapmıştık. Yaratıcılığı ne kadar erken teşvik edersek o denli başarılı oluruz diye düşünüyorum.

Fikri Haklar, İş Hukuku ve Mühendislik Eğitiminde Hukuk

Fikri Haklar, İş Hukuku ve Mühendislik Eğitiminde Hukuk
30 Kasım 2004, BABURCE, www.btnet.com.tr
Ne işimiz var bizim hukuk ile diye söylenecek kimi mühendislik fakültesi öğretim görevlileri. ABD de aynı sorunla karşılaşmıştım nedense hukuk öğretilmek istenmiyordu ne BS ne MS ne de PhD öğrencilerine oysa ki bu öğrenciler belirli bir dönem sonra iş hayatına başlıyacaklar ve karşılaşacaklardı hukuk ile. Onlara göre mühendislik fakülteleri mühendislik öğretirdi hukuk değil. Daha sonra MBA programlarında eğer isterlerse alabilirlerdi iş hukuku, telif yasası ve yaptırımlarını. 23 sene önce İTÜ’de iş hukukunu dersini severek almıştım. İş hayatına katılmamdan sonra hep işkanunu şerhlerini güncel tuttum masamda, thesaurus, Türkçe sözlük, imla kılavuzu ile beraber. Şimdi ise browser ın Favorites bolümünde kayıtlı URL olarak varlar. Keşke o zamanlar telif yasasını, patent haklarını da eğitim programımıza koymuş olsalardı...
Mühendislik ve işletme talebelerinin hepsinin programında olması gereken bir konu aslında bu konu. Evet sadece Türk yasası değil, Amerika ve Avrupa Topluluğunun fikri mülkiyet (intellectual property-IP) yasasının ne olduğunu bilmeli bizim mühendisler, işletmeciler. En iyi mühendis olabilirsiniz ama hukuku hiçe sayarsanız sonunuz hazin olur.
Bakınız ABD’deki okullar akıllandı şimdilerde Amerikan çalışma hukuku ve IP’ye giriş adı altında ders veriyorlar. Bu dersin içeriğinde ise hangi ürünün patentinin alınabileceği, neyin alameti farika sayılacağı, bir patentin sahibine sağladıkları kısaca öğretiliyor. Bu gibi dersleri tabii ki mühendislikde görevli öğretim görevlisinin vermesi beklenemez bunun için barodan ya da hukuk fakültelerinden destek alınabilir.
Tipik bir IP dersinde ne okutulur derseniz patent, copyright, trademark nedir, kime ne kazanç sorumluluk getirir, yazılım, donanım ve iş yapma biçimlerinde IP koruma nereye kadar ne sağlar kapsanırken ticari sır ve lisans sözleşmelerinin neleri kapsadığı da öğretilir.
Değişen koşullara uygun program geliştirirken her zaman yinelediğim gibi önce anadilini çok iyi bilen ve ülkesinin kanunlarından haberdar mühendisliği fevkalade olan çalışanlar yetiştirmeliyiz. Aksi takdirde haklı ve kazançlı olduğumuz yerlerde adaletin terazisinde kaybeder oluruz.
Lise müfredatından çıkmış, ders içeriklerini kendi özgür iradesi ile dünyanın ihtiyaçlarına göre belirleyen fakültelerinin arttığı ve ders içeriklerinin bu yöreden örnek alındığı bir dünya özlemi ile...