Wednesday, May 17, 2006

Ardından...


Ardından...
09 Şubat 2005, BABÜRce Zafer BABÜR

İlkokulda idim, ilk elektrik motorumu yapmak için içtiği Samsun sigarasının alimünyum kaplı kağıdını fırça olarak kullanmıştım. 4.5V’luk yassı pilden alınan enerji, aligator marka siyah yuvarlak kalemin üzerine sardığım zil telline bu fırçalar yolu ile aktarılırken, bobin üzerinde annemin dikiş dikerken kullandığı atnalı mıknatıs duruyordu. Beraber ürettiğimiz benim hatırladığım ilk tasarımımızdı.. Kışın yediğimiz portakallardan birine ağız yapar içtiği sigaralardan birini de portakala yaptığım ağıza koyardım, bir sigara yavaş yavaş yanardı sonra portakalı keserdik sigaranın olduğu yerlerin dokusu bozulmuş olurdu... Bakın siz de sigara içerseniz ciğerleriniz böyle olur derdi ama o yine sigara içmeye devam ederdi.
8mm siyah-beyaz film makinası ile çekim yapmayı öğrettiğinde henüz sekiz yaşındaydım. İlk model uçağımın pervanesini ben uyurken bitirmişti. O zaman ortaokuldaydım. Onu izleyerek araba sürmesini öğrenmiştim ve ondört yaşımdaydım Girne’de arabasını ondan izinsiz sürdüğümde.
İlk ondan öğrendim lehim yapmasını, arıza için şema takibini. Telefon santralları üretiminde kle, jak, röle, reglet lehimlerini yapardık. Kızgın havyanın ucunda bir miktar pasta garip bir koku dağılırdı havaya. Yüzlerce bacak lehimlenirdi o atelyede... Yine de onun gibi lehimleyemezdik, onun gibi forma atamazdık. Bizim başımızı ağrıtan koku hiçbirşey yapmazdı ona. Kablo çektik, sistemler kurduk, tahsilatın ne zor olduğunu gördük. Hamallar taşırlardı yaptığımız santralları Sirkecideki İbn-i Suud daki anbarlara, ya da kamyonetlere... “Bu hamalların terleri alınlarında kurumadan vereceksiniz paralarını” derdi...
Emekli olduktan sonra bahçecilik yapmalıyız dedi. 70’li yılların sonuna doğru idi yurtdışından getirilen fidanlar boy atmıştı. Telefon yardımı ile uzaktan sulama sistemini açıp kapatan kara kutu yaptık. Yine uzaktan ışıkları kontrol edebiliyorduk. Tarım ilaç firmalarının satıcıları Türkiye pazarında bazı ilaçları ilk defa deniyorlardı. O da deneyin parçası oldu, tıpkı Hindistan hastanelerindeki fakirlerin gelişmiş ülkelerin ilaç firmalarının test platformu olduğu gibi. Sürekli onların verdiklerini okudular, hangi dönem ne kadar ilaç verilmeli ne yapılmalı konusunda onlara uydular. Yan tarladaki komşu akciger kanserinden vefat edince şüphelendik... Öte yandan köy belediye olmuştu, köyün içinde küçük boyama atelyeleri kurulmuştu. Kimi insanlar akciger kanseri oluyordu ama kimse araştırmıyordu nedenini... Internet üzerinden araştırmaya başladık, evet tehlike büyüktü... Şans bizim de kapımızı çalabilirdi. Akciğer kanserinin birçok türü vardı. Bir türü için klinik çalışmalar tümörü küçültüp yok edebiliyordu ama. Çekindiğimiz oldu tümor vardı ameliyat oldu, oldu ama hastane enfeksiyonuna yakalandı. Onunla beraber yakalanan diğer dört kişi hakkın rahmetine kavuştu. Okuduklarımıza göre TIN0M0 ameliyat ardından chemo veya radyasyon tedavisine başlanmalı diyordu. Cerrah gerek görmedi. 5 mm boyutunda lokal nüks oldu 74 yaşındaydı ve ani bir kararla pnemöktamiye karar verildi, torunlarını yanına aldı aile hatırası çektirdi, arabasına atladı hastaneye gitti, 16:30 da girdiği ameliyattan gece yarısı çıktı. Göğüs boşluğu kanla doldu. Ertesi gün tekrar ameliyat ettiler, kanayan damarlar kapandı. Yoğun bakımdan çıkacağı gün fenalaştı. Zatüre oldu, enfeksiyon kaptı ve kalbi 130-150 arasında çarpmaktan yoruldu. Hakkın rahmetine kavuştu. Bana can olan bedeninin başka canlara nasıl can olacağını görmemi sağladı..
Türkiye’de yerel yönetimlerden, hastanelere kadar ne kadar çok yerinde ne çok aksaklık olduğunu bir kez daha onun sayesinde gördüm. Hastanelerin bilgisayar düzeni, iş süreçleri, eleman eksikliği, eleman bilgisizliği, ilgisizliği... Ülkenin dört bir etrafı internet olsa ne olur ki, e-sağlık olsa ne olur ki? Araştırmayan, okumayan, düşünmeyen insanlar topluluğunda ne olur ki?

0 Comments:

Post a Comment

<< Home